6 Mayıs 2011 Cuma

Aylak Adam- Yusuf Atılgan


Aylak Adam'ı keşke daha önce okusaydım da, şimdi ikinci belki üçüncü kez okumuş olsaydım. Hep okusaydım. C. ile tanışsaydım, elimi omzuna koysaydım.

"Belki de aramızdaki değişiklik o gece başladı. Yoksa perdeyi kapamak istediği gece mi? Belki daha önce. Ona T. Capote'nin o küçük hikâyesini verdiğim gün. Okurken nasıl mutluydum! Bu büyük zevki ona ben tattırıyorum diye... '-Nasıldı hikâye?' '-Güzel! Üzümleri getireyim mi? Soğudular mı acaba?' İçimde bir şeyler yıkıldı. İşte buydu."

"Dünyada gereğinden çok kadın vardı."

"Elindekileri karyolanın altına boş bavula koydu. Çevresine bakındı. Yoktu. Oturma odasını da aradı. Orada da yoktu. Bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken, bir sigara küllüğü yoktu. Kadınlar da böyleydi. Dünyada gereğinden çok kadın vardı ama, yalnız bir teki yoktu."


"-Sami son günlerde üzgün, dedi. Ablasına sinir buhranları geliyormuş. 
-Evlensin kurtulur.
-Üniversitede okuyor.
-İyi ya, bıraksın okumayı falan, evlensin. Kızlarda sinir buhranları başladı mı evlendirmeli. Evli kadında başlarsa boşandırmalı. Birebirdir.
-Hani sen genellemelerden iğrenirsin? 
-Genelleme değil ki bu. 'Daraltma' bile denebilir."


"Büyük butlu; oturarak iş tutsun. Sayman olsun. Banka müdürü olsun. Ya okuyamazsa? Gişede bilet satıcısı? Terzi." Bu çocuğa uygun bir iş bulamıyordu. Lapacıydı, aylak olamazdı. Aylak olmak dünyanın en güç işiydi."

"Kötü yazarın yasak bölgesi. Neydi o kaldırıp attığım dünkü kitap! Adam sabah kalkıyor, yüzünü yıkıyor, parkta oturuyor, yemek yiyor, sevgilisiyle dolaşıyor, gecenin bir vakti evine gelip yatıyor. Hiç mi çişi gelmedi. İnanılacak şey değil. Parktayken sıkışmış, gövdesi kalın bir ağaca yanaşmış, kimse geliyor mu diye yanına yöresine bakındıktan sonra ağacın dibine işemiştir."

"Dört gün önce bir sokak levhasında 'İki Öksüzler Sokağı' adını okuduğum zaman kendi kendimi bir işe atadım. Şehrin sokak adlarını toplayacak, bunlar üstüne düşünecektim. İspatı burda. (Eliyle defterinin bulunduğu cebi üstüne küt küt vurdu.) Üç gün çalıştım bu işte; dün öğlen bıraktım. Hangi sokağa gitsem ardında hep o bir omuzu düşük adam vardı. Şimdi yine aylakım."

"Orada bilmediği insanlar vardır. "-Rica ederim, çıkarmayın ayakkaplarınızı." Çıkarmazsınız ama çıkarmadınız diye kızdıklarını sanırsınız. Hele hatır sormanın yapmacığı."

"Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil, insanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar."

"B.'nin bir yanı Erhan'ın aradığı 'o' olmadığını biliyor, ama zorluyor kendini. "Niye o olmasın? Öyle güzel ki..." Yakınlık hoşlanmayla başlıyordu. Bir ay kadar önce kantinde Dağlarca'nın Ölü şiirini okurken Erhan'ın gözleri sulanmıştı. Belki B.'yi ona yaklaştıran bu olaydı."

"Kadınların neden evlendiklerini anlıyorum: Yalnız kalabilmek için."

"Şimdi kim bilir kaç evde, kim bilir kaç kadının 'Aman ayol, bu ne kötü şans böyle,' sözüne karşılık kim bilir kaç erkek 'Üzülmeyin; kumarda kaybeden aşkta kazanır,' diyordur. Kim bilir kaç erkek de acele edip bu sözü ondan önce söyleyemediler diye onu kıskanıyordur. Biliyorum sizi. Küçük sürtünmelerle yetinirsiniz. Büyüklerinden korkarsınız. Akşamları elinizde paketlerle dönersiniz. Sizi bekleyenler vardır. Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz. İçinizde boşluklar yok. Neden ben de sizin gibi olamıyorum?"

"Sonra köşeyi gördü. Bazen, görünür bir sebep olmadan, insana önünden geçtiği yapı, bir sokak köşesi, üstünde oturduğu sandalye hayatında önemli bir yer tutacakmış gibi gelir."

"Herkesin bir işi oluşu tuhaftı."

"O sabah kahveci çayını ona sormadan getirdi. Demek müşteri olmak için altı gün yetiyordu. Yemek yediği lokantalarda garson, "-Ali Bey'in çorbası!" "-Ver Ahmet Bey'in bayıldısını." diye bağırdıkça şaşardı. İnsanları hep aynı yere çeken neydi? Kahveciye kızdı. Onda müşteri olacak surat var mıydı? Bir daha buraya gelmeyecekti."

"O zaman insana dünyada en kötü şey kadın yaratılmakmış gibi gelir.
-En kötüsü güzel burunlu yaratılmaktır."

"İçinde bir kırıklık duydu. Söylemeyecekti. Buraya eskiden bir kere tek başına geldiğini söylese inanacak mıydı? "Ya ben! Dudaklarını benden önce kimsenin öpmediğini söylese inanır mıyım? Yoksa salt güvenemediğimiz için mi böyleyiz?"

"Sokakta el ele yürüyorlardı. Onun elini avcunda götürmenin eski yürek çarpıntısı nerdeydi? Deminki sinemanın perdesi ardındaki evlerde yaşayanların sinema gürültüsüne, Naciye ablanın çocuk şamatasına alıştıkları gibi alışıyor muydu? Gitgide, yakınlıkları yalnız kol kola yürümelerinde, aynı yatakta yatmalarında kalmış karı-kocalara mı kalmışlardı? Dayanamazdı buna."

"Yüzüne baktıkça ona sarılmaktan çekiniyordu. İçini böyle çırılçıplak açan birinin, artık bunları gören insanı sevemeyeceğine sanıyordu."

"Temmuz 23'ün yanına yalnız iki kelime yazılmıştı: "Onu seviyorum." Buna da inanmadı. "Yalan! Beni sevseydin o günün 23 Temmuz olduğunu bilmezdin."

Benim okuduğum kitabın kapağı bu değildi. Keşke bu olsaydı. 

1 yorum:

kaf kef dedi ki...

Müthiş bir kitap, 1 kez okudum ve tekrar okumayı düşünüyorum. Bu kitabın değerini herkes anlayamaz...