9 Mayıs 2011 Pazartesi

Şah ve Sultan- İskender Pala

Beğenmeyeceğimi bile bile bu kadar vaktimi bu kitaba harcamamın tek sebebi merak. İskender Pala yazdığı için beğenmeyeceğimi biliyordum, fakat okumasam olmazdı. 
İskender Pala, romanı Alevi açılımına zemin hazırlamak için yazdığını söylemiş. Bir aydın sorumluluğu ile hareket etmiş. 


"Nimet hakkına/Şıh devletine/Gaziler kuvvetine/Allah Allaaaaah! Hüü! Hüü!
İşte Kızılbaşlık ruhu bu idi. Savaşmak, ganimet edinmek ve eğlenmek... Bezm ile rezm arasında bir hayat. Savaşılırdı, iyi yaşamak için; iyi yaşanırdı, güçlü savaşabilmek için..." 

"Onu kendi istikbâli için bir küffar kralından daha tehlikeli görüyordu. Gerçi Şah da bir Türk hükümdarıydı. Hatta mezhebi farklı olsa da yine bir Müslüman idi. Gelgelelim emelleri, Şehzade'nin menfaatleriyle çatışıyordu. Bu durumda Şehzade'nin danıştığı hocaların Şah'ın müslümanlığı konusunda şüpheli, fasıklığı konusunda hemfikir olmaları büyük önem arz ediyordu. Nitekim bu kindarlıkta o da Şehzade'den geri kalmıyordu. Her fırsatta aleyhinde iş görüyor, Sultan Bayezit ile danışıklı siyaset yürütüyor, Osmanlı'ya zındık diyor, Hz. Ali ile Muaviye arasındaki davadan dolayı Sünniliği küfürle suçluyor, Sünni olduğu için de Türk devleti Osmanlı'yı suçlu buluyordu. 
Garip olan oydu ki Hz. Ali ile Muaviye arasında yaşananlar yaşandığında Türkler Müslüman bile değillermiş. Daha garibi de Şehzade'nin Hz. Ali'ye olan aşırı sevgisi idi. Sünni Şehzade'nin Kızılbaş Şah'a göre düşmanı olması gerekirken Hz. Ali'yi Şah kadar, belki ondan daha fazla sevdiğini çok iyi biliyorum."

"Biz Hüseyin ve Hasan... İki kardeş... Kader defterinde iki düşman... Tıpkı Sultan ile Şah gibi..."

"Onlar ki cihangirliğin bu asırda yetiştirdiği iki düşman idi ve ikisi de er meydanında kılıca da kaleme de fevkalade yüksek bir dirayetle hükmediyorlardı. Hangisi diğerine üstün gelse aferin denilecek, hangisi diğerine mağlup olsa yazıklanılacak haldi." 

"Darusselam lakabıyla anılan Bağdat'a savaşsız girdik. Darusselam "Barış Yurdu" demekti ve burada birbiriyle komşu olan, alışveriş yapan, dostluk gösteren Sünniler ile Kızılbaşlar yıllar yılı barış içinde yaşamışlardı. Ne var ki bizim gelişimizden sonra barış bozuldu ve Tebriz'de olanlar burada yeniden oldu. Şah, savaşın masrafını çıkartmak üzere hane hane bütün Bağdatlılardan vergi alınmasını buyurdu. Elbette yoksul halk bundan çok etkilendi ve Kızılbaş olsun Sünni olsun Şah'a gücendi."

"Aşk, Kamber Can, aşk, tekildir ama sevgi çoğuldur. Aşk, Kamber Can, aşk, bir tek kişiye, sevgi binlece kişi ve ya şeye yönelik olur. Ben Kıble-i Alem Şah Efendimiz'i seviyorum ama ona aşık değilim."

"Şah İsmail halifeleri de bu uygulamaları Anadolu Türkmenlerinin Kızılbaş oluşlarından kaynaklanmış gibi göstermekte pek mahir idiler. Oysa Osmanlı yurdunda halkın neye inandığı yöneticilerin hiçbir vakit umurunda olmamıştı. Ataları daima insanları inancında serbest bırakmış, illa hakimiyet alanlarına giren olursa derhal tepelemişlerdi. Şehzade'ye göre de tebaa Kızılbaş veya Sünni olabilir, ama itaatsiz olamaz, devletin izni olmaksızın tebaalıktan ayrılamaz, pılısını pırtısını toplayıp gidemezdi."

"Şehzade, Şah İsmail'i kontrol ederken hakikatte babasının tahtına göz dikmişti ve bundan kolay vazgeçeceğe de benzemiyordu."

"Peki ama Şah'ın batınî güzelliği herkesi eskisi gibi kendine hayran bırakıyor muydu? Daha birkaç yıl evvel mehdi olduğunu yüzüne karşı haykırarak önünde secdeye kapanan müritlerden ne kadarı bugün mevkî ve makam sahibi olup eski coşkularını, imanlarını ve ihlaslarını yitirmişlerdi?"

"Zannederim Şehzade de hayran kalmıştı. Çünkü onun sarayında böyle bir şeyin olması imkansızdı. Hem kadınlar şiir bilmezdi hem de kadınları yabancıların bulunduğu meclislere almazlardı."

"Birkaç yıl içinde Kızılbaşlara atılan iftiralar akıl almaz boyutlara ulaştı. Bunların hepsi de akla ve mantığa aykırı  hikaye ve rivayetlerdi üstelik. Sonunda Sünni halk hafif meşrep birini tanımlamak için "Kızılbaştır vesselam!" diyecek noktalara vardı."

"Kızılbaş geleneği olarak her yıl aşure mevsiminde teberra merasimleri düzenler, Hüseyin'i susuz bırakanlara lanet okurduk. İyi de Kızılbaşlığın kıblesi Şah ve nökerleri nasıl oluyordu da Bektaşi kardeşlerine aynı zulmü reva görüyorlardı? Bu yüzden Yezid'i lanetleyenler şimdi Yezid dedikleri Sünni Osmanlılardan Hüseyin'in intikamını mı alıyorlardı? Kafam çok karışıktı."

"Acaba hem ruhani ve mistik bir lider hem de acımasız bir hükümdar olan Şah ile devletleşmiş bir yapının efendisi ve pervasız bir yöneticisi olan Sultan Selim arasındaki mücadelenin sonu nereye varacaktı?"

"Neden koynuna girdiğin karılar gibi korkup harp meydanından kaçtığını şimdi anladım. Bu şaraplar erleri karı kılığına sokar elbet!..
Hamiş: Mektubunla birlikte bize bir tas içinde at pisliği göndermişsin. Buna karşılık sana bir kavanoz bal gönderdim. Ne de olsa herkes karşısındakine kendi yediğinden ikram eder." (Sultan Selim'in Şah İsmail'e mektubundan.)

"Artık gerçekleri görme zamanı değil mi ey anasını eşekler s... Selim!" (Şah İsmail'in Sultan Selim' mektubundan.)

"Güzellik bir yemek ise sevgi onun yeterli miktardaki tuzu sayılıyordu."
"Başına döniim Şah-ı Alem, Teke'de Kızılbaş kullarınız sizden imdat bekler." (isQnDr PLa)



Hiç yorum yok: