29 Eylül 2010 Çarşamba

Genç Werther'in Acıları-Goethe

Bir duygu seli, bir emoluk. Ben bu kitabın verdiği yoğun emoluğu, o güzel hüznü ergenlik dönemimin başlarında fark etmemişim. Şimdi çok daha olgun bir ergen ve emo olarak okuyunca gördüm. Adeta gözüm açıldı.
Goethe, kendi yaşadıklarını önce kitabın kahramanına yaşatmış: Ümitsiz bir aşk. Sonra kendi yapamadığını ona yaptırmış. Mektupları ve mektuplardan oluşan kitapları pek severim esasında. Bu kitaba karşı ilk okuyuşumda ne hissettim bilemiyorum. Kitabı okurken sürekli aynı şeyleri tekrarladığım için annem, merakla kitabı sordu. Anlattım. "Gidip başka kız yokmuş gibi nişanlı kıza aşık olursa öyle olur." dedi.
Ah, Werther, daraldım, bunaldım senin aşkını okurken.

 Bu kitaptan sonra intihar edenlerle Murat Kekilli dinleyip intihar edenler arasındaki ilişki üzerine düşündüm.

"Lotte'nin portresine üç kez başladım ve kendime üç kez kahrettim; benzetme konusunda önce daha başarılı olduğum için bu beni kahrediyor. Bunun üzerine Lotte'nin siluetini çizdim ve şimdilik bu benim için yeterli olmalı.
Evet, sevgili Lotte, bana verdiğiniz bütün görevleri yerine getireceğim; yeter ki bana daha çok görev verin, mümkün olduğu kadar sık. Yalnız sizden şunu rica ediyorum. Bana yazdığınız notlara mürekkebi kurutmak için kum dökmeyin. Bugün kağıdı aceleyle dudaklarıma götürdüm ve dişlerim gıcırdadı."

(Kitap boyunca dişlerle ilgili bir şey oluyor. Gıcırdıyor, sıkılıyor, acıyor.)

"Söylediği her söz bir hançer gibi yüreğime saplandı. Bütün bunları anlatmasa bana daha büyük bir iyilik yapmış olacağını fark etmiyordu. Üstelik ilgili bütün dedikoduları ve olup bitenlerden ne türden insanların kendilerine pay çıkarttıklarını da sözlerine ekledi. Uzun bir zamandan beri suçladıkları bir tavrımın, haddini bilmezliğimin ve başkalarını küçük görmemin cezalandırılmış olması onları nasıl da sevindirip keyiflendirmiş. Bütün bunları, Wilhelm, onun ağzından, gerçek bir paylaşma duygusunu ifade eden sesinden duymak beni yıktı ve kendime çok kızdım."

"Hayır, iyi! Her şey yolunda! Onun kocası olmak mı! Ey beni var eden Tanrım! Bana bu mutluluğu bağışlasaydın bütün hayatım bitmeyen bir dua olacaktı. Yargılamak istemiyorum, bağışla gözyaşımıi bağışla bu beyhude dileklerimi! O benim karım! Dünyanın bu en sevgili varlığını "güneşin alında" kollarıma alabilseydim. Albert onun ince beline sarılınca bütün bedenimle ürperiyorum.
Peki bunu söyleyebilir miyim? Niçin olmasın Wilhelm? Benimle, daha mutlu olurdu işte. Albert, ah, Lotte'ninki gibi bir yüreğin dileklerini yerine getirecek insan değil. Belirli bir duyarlılık eksikliği, belirli bir... buna ne ad verirsen ver, Wilhelm, kastettiğim şey, bir kitabın belli bir yerinde... ah, Lotte'nin ve benim yüreğim aynı anda çarparken ya da yüzlerce başka durumda, örneğin bir kimsenin davranışı hakkında Lotte ve ben aynı duyguları dile getirirken, Albert bütün bunları yüreğinde paylaşamıyor işte. Sevgili Wilhelm! Gerçi Albert onu bütün yüreğiyle seviyor, böyle bir sevgi neye değmez ki!"

"İçimden göğsümü parçalamak ve beynimi dağıtmak geliyor; insanların birbirleri için ne kadar az bir anlamları var. Ah!"

"Bu düş değil, sanı değil. Mezara yakın olmam beni aydınlatıyor. Görüşeceğiz! Yine görüşeceğiz! Anneni göreceğim. Onu bulup göreceğim."

"Ah, beni sevdiğini biliyordum, daha ilk kez el sıkıştığımızda, o ilk mutluluk dolu bakışlarından anlamıştım bunu."

28 Eylül 2010 Salı

Kızılcık karpuz olur mu hiç? İlahi çevirmen!

Kapakta şöyle diyor kitap hakkında: "Metin türü bilgisine sahip, çevirinin gereklerini kavramış bilinçli kararlar alabilen çevirmenler yetiştirmek nasıl mümkün olabilir? Bu soruya yanıtlar arayan deneysel bir Metin Atölyesi çalışması..." İçinde de şunu diyor: "Bu kitapta, "Edebiyat çevirisi nasıl öğretilebilir?" sorusuna yanıt aramak için Boğaziçi Üniversitesi, Çeviribilim Bölümü'nde yaptığımız deneysel bir çalışmayı bulacaksınız. Çeviribilim Bölümü öğrencileri için açılan Metin Atölyesi derslerini, özellikle edebiyat çevirisi öğretiminde yöntem araştırması yapmak için kullandık ve o deneysel çalışmamızı kitaplaştırdık."

Madem işim gücüm yok çeviri yapayım, dediğim günlerde arkadaşımın kitaplığında gördüm bu kitabı. Merakla okudum. Siz okumayın. Sırf yukarıda yazanlardan da anlayabileceğiniz üzere öğrenciler kullanılmış. Sevmiyorum bunu zaten. "Hadi, öğrencilere şunu yapalım da cevaplarını da toplayalım kitap olssuuunnn! Başka da bir şey eklemeyelim. Olur da eklemek istersek konuyla alakasız bir şeyler koyalım." diye düşündüklerini tahmin ediyorum.

Kitapta koyu puntolarla yazılan kelimeler var. Sinir bozucu. Siz vurguyu anlayamazsınız; biz gösterelim, demişler.

Uygulamalardan örnekler vereyim.

Uygulama 1:

Kızılcık
İlk yemişini bu sene verdi,
Kızılcık,
Üç tane;
Bir daha seneye beş tane verir;
Ömür çok,
Bekleriz;
Ne çıkar?
İlahi kızılcık!
Orhan Veli

(Kızılcık yerine başka bir meyve konup şiir yazılıyor.)
Kiraz
İlk meyvesini bu yaz verdi
Kiraz
Pek az
Bir daha yaza daha çok verir
Vakit var
Beklerim
Sana değer
Kirazım!

(Daha önce yapılmış çevirilerden.)

The Dogwood Tree
It gave its first fruit this year;
Three cornelian berries;
It'll give five more
Next year;
Life is long,
We can wait,
What's the rush?
The divine dogwood
Tree!
Çeviren: Murat Nemet Nejat

The Cornelian Cherry
This year
The cornelian cherry
Gave its first fruit
There were only three
Next year it may give five
Why worry?
We can wait,
Life is long.
Ah, dear cornelian cherry.
Çeviren: Nilüfer Mizanoğlu-Reddy

(Öğrencilerden)
The little cornelian
Bore its fruit
Its first three berries
This year
Next year
It may give five
Life is long
No wonder we can wait
Why not?
O, my dear cornelian

Little Red Tree
This year she gave her first berries
Little red tree
Next year, she may give five
Life is long
We'll wait
No matter!
Oh, sweet little tree!

Böyle böyle şeyler. 

İslam'da Feminizm-Halil Hamit

Kitap, Halil Hamit'in sorusu/isteği üzerine ona yazılan mektuplarla başlıyor. Emine Semiha, Mehmed Rauf, Raif Necdet, Köprülüzade Mehmed Fuad tarafından yazılan mektuplar. Hepsi 1910 yılı içinde yazılmış.
Kitabın geri kalanını Halil Hamit ikiye ayırmış. İlk kısmı Madam Hodroy Meno'nun La Fam'ının mühim kısımlarından ikinci kısmı ise Halil Hamit'in Tam Eşitlik kitabından meydana geliyor. Bir önceki cümleden de anlayabileceğiniz gibi kitapta isimler böyle, okudukları gibi. Bir de kitapta doğru yazılmış eke rastlamak zor. Alıntı yaparken kendimi kaptırıp oradaki gibi yazmış olabilirim.
Kitabın sonunda ise "Günümüz Türk Basınından Örnekler" diye bir bölüm var. Genelde 2000 yılında basında yer alan konu ile ilgili yazılar derlenmiş.
Kitabın adına pek aldanmamak gerekiyor. Mektuplarda ve kitabın ikinci kısmında İslam diye anlatılan dönemin ahvali olmuş. Gerçi İslam denilerek anlatılmamış. İslam'dan tesettür dışında hiç bahsedilmemiş.

Mehmed Fuad'ın mektubundan:

"Bence her nasıl olursa olsun, erkekle kadın arasında iddia ve eşitliğin  sağlanmasına kalkışmak abes ve beyhudedir. Çünkü iki cins arasında gerek vücut yapıları ve gerek psikolojik yapıları itibariyle o kadar derin bir uçurum ve farklılıklar mevcuttur ki, tabiatın ortaya koyduğu bu eşitsizliğe önem atfetmeyerek tam eşitlik fikrinde bulunan en aşırı feministler bile tabi bunu inkar edemezler. Şu halde fiziki görevlerin fiziki olduğu düşünülürse, erkekle kadın beyni arasındaki fizyolojik ve hatta  psikolojik farklardan, her iki cinsin, daha başlangıçta yaratılıştan itibaren ayrı ayrı görevlerin ifasına mecbur oldukları ve binaenaleyh aralarında kesin bir eşitsizlik mevcut olduğu mantıki sonucuna varılır. Bundan dolayı ilmi esaslara dayanarak ortaya koyduğum şu görüşlerden kadın aleyhtarı olduğuma insan toplulukları kadının sosyal önemini dikkate almadığıma hükm olunmasın. Ben, erkeklerle kadınların doğuştan eşit olmadıkları fikrinde bulunmakla beraber, kadınların ahlaken (moralement) erkeklerden daha yüce ve değerli olduğuna ifa ettikleri görevlerin çok büyük olduğuna, ve sosyal konumlarının ıslah edilmesi gerekliliğini de kesinlikle düşünmekteyim. Size şair olduğumdan dolayı kadınlar hakkında son bir mütalaa daha ifade edeyim: Kadın, doğumundan sonsuza kadar sürüklenmeye mahkum olan insanlığın tek teselli kaynağıdır.
Bundan hareketle diyebiliriz ki: Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer!..."

Mehmed Rauf'un mektubundan:

"Kadın-erkek eşitliği... Ne muhteşem ne muazzam bir kanun!.. Fakat aynı zamanda ne kadar uzak, ne uygulanması imkansız bir hayal...
Ademin yaratılışından zamanımıza kadar insanlık o hayale varabilmek için koşuyor. Fakat ortaya konan bunca esere, bunca gelişmeye rağmen ona ulaşılamıyor. Olması kabil midir? İnsanlar arasında her zaman az çok hükmünü devam ettirecek olan cehalet, tabiat ve insan psikolojisi nazar-ı itibara alınca bu soruya verilecek cevap koca bir üzüntü kaynağından ibaret kalır. Kadın ile erkek arasında tam eşitliğin uygulanabilmesi mümkün değildir!
... Memleketimizde ise şimdiden feminizmin uygulanmasını ümit etmek hayal kırıklıkları ve yıkımlarla dolu zehirli bir tasvirdir. Önümüzde, eserlerine gözcülüğünü yapmaktan kurtulamadığımız ileri milletler bile tam eştlik hakkında şimdilik ancak samimiyet ile iyi niyet gösterebilir ve ortaya çıkacak daha birçok eserin gelişmesi kadınlığın esareti ile geçecektir. Fakat bu esaret bir pederin çocuğuna uzattığı koruyucu el hükmünde olduğundan bakanlar takip ettikçe ilmin ışığında cinsiyet ve zayıflık gibi şartları sildikçe, bu gün okullarına hür gidebilen çocuklar gibi kadınlar da esaret belasından kurtulacak ve kabiliyeti derecesinde en tabii haklarına kavuşabileceklerdir."

Rauf Necdet'in mektubundan:
"Benim fikrimce erkeklerle kadınlar arasında tam bir eşitliğin tesisine her şeyden önce tabiat (la nature) engel olmaktadır. Tabiat her hususta eşitliği bozmaya meyillidir. Şu kadar var ki; tabiatta mevcut bu bozma meylini, insanlar biraz da zekalarıyla az da olsa değiştirebilmişlerdir.
İki cins arasında büyük mesafeyi sağlamlaştıran kuvvet kadınların bedensel yapıları, yani fizyolojileridir ki; bu her şeye hakimdir.
Sosyal hayattaki düzen ve intizam noktasında kadın ile erkeğin sosyal görevlerinin ayrı olması lazımdır.

Kadının fiziksel ve sosyal görevi insanlığa hediye edeceği çocukları insanlığın maddi ve manevi menfaatlerine uygun bir şekilde terbiye etmekle özetlenebilir. Bu yönüyle kadının sostal mevkii çok önemlidir. Sosyal hayatta işgal ettiği bu mevkiin önemine uygun bir şekilde kadını takdir ederek yüceltmeli, fiziki eşitsizliğin ortaya koyduğu bu durum çok tabii görünmesi lazım gelen eşitsizliği kadınlara hürmetle, sağlanacak refahla, verilecek önemle telafi etmeye çalışmalıdır. Bu, erkek için medenî ve insanî bir görevdir. Kadınları, kadınların sosyal ve vatani görevlerini hafife almak bir vahşet eseri ve gafletten başka bir şey değildir.
... Haşin, kendini düşünen bir kocanın istibdat pençesi altında inleyen faziletli bir kadın cidden merhamete muhtaç, böyle bir koca ise nefreti hak etmiştir."

Halil Hamit'ten:

"İlk sözüm "Yaşasın kadınlar!" olacaktır. Ümit ederim ki, ölürken yine aynı sözleri tekrar ederek gözlerimi kapayacak ve takdis ettiğim zavallı kadınlara muktedir olduğum kadar bir iyilikte bulunabildiğimden dolayı bahtiyar bir şekilde kendimi toprağın kucağına atacağım. Öyle zannediyorum ki, gözümü açtığım zaman kadınların iniltilerini işiterek ağlamış, ağlamıştım. Evet, ben pek küçük iken kadınlara karşı derin bir hürmet hissi ve merhamette hassas olmuştum. O zamandan beri onları yaşatmak için çalışıyor, daima onların gasp edilmiş hukununu kazanmaya çalışıyorum. Zaten annem bana söylerdi, sen küçük iken en çok kadınlara gülerdin derdi.

Oh kadınlar, onlar benim için pek mukaddestir. Tabiat beni cinsiyet olarak onlardan ayırmışsa da psikolojik olarak ayırmaz ve sonsuza kadar da ayırmayacaktır.

... Bütün erkekler kadının ne demek olduğunu bilmekle beraber onlara hakim olamamak zavallılığıyla kadınların yaşamalarını istemezler. İnlemeleriyle şifa bulurlar. O benciller anlamalıdır ki, kadın erkeklere özel bir oyuncak değildir. Erkek ne ise kadın da odur. Erkek hangi haklara sahip ise kadın da sahiptir. Erkek hakimse kadın da hakimdir. Fakat bugün değilse bile elbette yarın olacaktır. Kesinlikle olacaktır. Esaret hiçbir yerde baki kalmamıştır.

... Ya Rabbi, bilinmez ki, biçare, zayıf mahluklar bu kadar azaba nasıl tahammül ediyorlar?. Ben tahayyülünden titremekteyim. İşte anlayınız kadınlıktaki büyüklüğü ki; erkekten nazik, erkekten hassas olduğu halde ondan metanetli, ondan sabırlıdır.

Aylık Ayda Moderen'in birinci sayısında Yirminci Asırda Feminizm makalesinin yazarı diyor ki: "Bu fikrin partizanları az değildir. Özellikle erkekler içinde çok bulunur. Kaderin garip bir yönlendirmesiyle zengin olan kadınlar müstesna olmak şartıyla bütün kadınlar feministtirler."

Bazı ilkel kabileler arasında kadınlar genel idi. Erkekler onları müdafaa için birleşirlerdi. Bu birleşmeden Matriyarkat hasıl olurdu. Bununla çocuklar, gayet muktedir, annelerine bağlıydı ve soylarını onlardan alırlardı. Bu hayat tarzı Çin'de Fuşi hükümetine kadar, Hind'de Adaman adalarında, son zamanlarda Japurak Kazaklarıyla Suriye ve California'da oturan Hintler arasında görülmüştür. Bu hayat artık insanlar arasından kalkmıştır. İnsana yakın olan hayvanlarda gözlemleniyor.

Avrupa'da, Amerika'da kadınlar her şey olmak için kendilerinde yorulmak bilmez bir kuvvet bulurlar. Günün bir dakikasını boş geçirmek onlar için tahammül olunmaz bir azaptır. Bizim biçare kadınlarımızla o oldukça hür kadınlar arasında mühim bir mesafe vardır. O, başarıyla ilerleyen kadınlar, gerek sosyal hayatta gerek aile hayatlarında başarı sağlamışlardır. Halbuki bizim zavallı kadınlarımız cemiyet hayatında ölmüş, aile hayatında hastadır.

Uzun tartışmalara kapı açan tesettürün şimdiye kadar yanlış anlaşılması bizi bu hal-i pür melalden kurtaramamıştır. Evet, ne yapmaya teşebbüs edildiyse tesettür bir mania olmak üzere ortaya atıldı. Kadınlar, zamanla dehşetli değişime uğrayan tesettür için ezildiler. Peygamberimiz zamanında bile ticaret, ziraat ve benzeri bu gibi serbest hareketlerinde sıkılmayan kadınlar şimdi, eski kavimlere tanrı olacak kadar büyük gösteren güneşin hayat bahşeden ışığından bile mahrum oluyor. Onun kafesli pencereleri önünce senelerce kalıyor. Bu kadar senelerden beri yüzlerce binlerce kişinin karı-koca olmak üzere tanıdığı iki arkadaş niçin daima bir arada bulunamasın; niçin tesettür onları sokaklarda, bahçelerde, otellerde, tiyatrolarda beraber bulundurmaya mani olsun?

Hiçbir iyi şey fena şeyi yaptıramaz. Bu muhakkaktır. Dinimiz de mademki iyidir o halde esaretin aleyhinde bulunacağı, herkesin hürriyetini vereceği kesindir. Öyle ise tesettür mana-i aslisinden pek uzak kalmıştır. Çünkü şimdiki tesettürle kadınlar yaşadıklarını hissetmiyorlar. Şimdiki tesettür kadınlara "Öl!" diyor. Halbuki din insanların yaşaması için konulmuştur. Tesettür hiçbir zaman kadınların hürriyetine set çekemez. Tesettürü esaret olarak telakki etmek cehaletten başka bir şey değildir.

Genç kızlık, kadının en karışık bir zamanıdır. Evlilik hayatına gireceğinden esaretin pek yakın olduğunu anlayacaktır. Koca seçimi için bir hakkı yok. Anne ve babasının seçimine bağlı, bir yazarın söylediği gibi, evlenen o zavallı kızlar değil, zalim babalardır!

Zavallı kızlar! Hayattaki mutluluğu yalnız bir saatte bulan birçok insanlar(!) her an etrafınızda dolaşmaktadırlar. Onlar, o vahşice sizin gibi çaresiz masumların inlemeleriyle hayat bulurlar. Onlar hisssizdirler. Bilemezler ki hayat ve kadın nedir. Sorunuz. Kadın için "Bir oyuncaktır." diyecekler. Fakat hayır efendim. Kadın her zaman kadındır. İnsandır. İnsandan oyuncak olmaz. Gülünüz. Küçük çocuklar da oyuncak istiyorlarmış. Hiç tereddüt etmeden söylemelisiniz: "Oyuncağımız diyorsunuz, fakat ona sahip olmak için nokta kadar bir büyüklük gösterebiliyor musunuz? Söyleyiniz. Siz yaramaz çocuklarsınız. Elinizi uzatmaya hakkınız yok, çünkü onun da gururu vardır. Oyuncak, kıymetini bilenlere mahsustur."

Bizden başka her yerde genç kızlar pek geç evlenir. Amerika'da, İngiltere'de, İsviçre'de pek çok kızların yirmi ile otuz arasında evlilik yaptıklarını görürsünüz.

Bir akşam önce küçük bey geliyor, anasını yanına çağırıyor.
-Anne beni evlendir. Yarın aramaya çıkmalı ve bir güzel kız bulmalısın. Piyano, ud yahut keman, her ne olursa bir saz bilsin. Okuması yazması olsun. Fransızca, İngilizcesi mükemmel olmalı. İnce belli, uzun boylu, pembe yanaklı, mavi gözlü, sarı saçlı arayacaksın. Esmer olmamasına dikkat et. Burnu ve ağzı düz ve ufak olmazsa istemem. Mutlaka benim seveceğim gibi olmalıdır. Anladın mı? diyor.
Ertesi gün anne yanına birini alarak kız aramaya çıkıyor.

Kadınları hırçınlık, itaatsizlik, gevezelik ile suçlarlar. Bunları ortaya atacak kadar düşüncesiz olanlara ancak acınır. Kadınlar melektir. Temiz bir kalbe sahiptirler. Onları asabileştiren, her şeyi yapan yalnız kendi zevklerini düşünen erkeklerdir. 


Bir bilmece; "Kadınların en az konuştukları ay hangi aydır?" diye sorarlar. Şubatmış kısa olduğu için. Çok kızarım o bilmeceye, kadınları yermek için, kadınlarla alay etmek için uydurulmuş da ondan. Onu yapan adam kim bilir ne beğenmiştir kendini.

Kadınlar içinden bilgin yetişmiyormuş, şair yetişmiyormuş. Nasıl yetişsin, a efendim? Yüz yıllar boyunca okutmamışlar kadını, okuyan kadına şaşılacak bir şey diye bakmışlar. Okuduğu için, bilgiye sanata özendiği için kınamışlar onu, sonra da onun bilgin olmamasını, şair olmamasını yaratılışı gereği sanmışlar. İnsanlar doğru diye belledikleri şeylerin çoğunu kendileri uydururlar sonra da böbürlene böbürlene inanırlar onlara.

Erkekte şu özellikler bulunacak, bu üstünlükler bulunacak; ama kadında yüzde yüz güzellik olacak. Kadının bu toplumda ödevi güzel olmak, erkek denilen efendiyi hoşnut etmek. Bunun için gün olur kadınların süslenmelerine de kızarım. Bıraksınlar erkeğe yaranmayı. Onlara, sen ne isen ben de oyum. Senin aklın, senin bilgin, senin gücün, becerikliliğin seni bezemeye yetermiş, ben sende ancak o üstünlükleri arayacakmışım. Peki, sen de bende o üstünlükleri ara. Güzelleşmeyeceğim senin için, desinler. Sıyrılsınlar erkeğin buyruğundan. 
Bir sözü vardır Tevfik Fikret'in: "Kızlarını okutmayan millet, oğullarını manevi öksüzlüğe mahkum etmiş demektir." Kadınlarda akıl aramayan, incelik aramayan, yalnız güzellik arayan erkek, kendini onulmaz bir anlayışsızlığa, kabalığa mahkum etmiş demektir. 
Erkekseniz övünmeyin erkek olmanızla. Kadınsanız, canım efendim güzelsiniz elbette, daha da güzel olun, ama sizi yalnız güzelliğiniz için sevecek erkeğe yüz vermeyin!

26 Eylül 2010 Pazar

Zorlu Süvari-Filibeli Ahmed Hilmi

Aslında buraya yazmaya üşendiğim kitaplar bekliyor sırada. Ne kadar üşensem de buradan alıntılar yapmadan duramazdım. Çok eğlenceli. 

Kitabın ilk basıldığı tarih 1910. Adı ise Öksüz Turgut imiş. Jön Türklerden olduğu için padişah tarafından sürülen Ahmed Hilmi yine de padişah sevgisiyle dolup taşan kitaplar yazmış.

Deli Mustafa namıyla bilinen pek cesur ve vatan sevgisiyle dolup taşan yeniçeri, arkadaşının ölmesiyle onun oğlunu evlat ediniyor. Öksüz Turgut da onun gibi gözü pek olduğu için Deli Mustafa çok mutlu.

"Bizans imparatorunun akrabalarından bir prenses beni görmüş ve gönlünü kaptırmış. Ben ise bundan habersizdim. Konstantiniyye'ye gittiğim günlerden birinde sarayda büyük bir ziyafet veriliyordu. O demlerde Bizans, Osmanlı nüfuzu altına girmişti. Türklere fazlaca itibar gösteriliyordu."

"Vay, Yorgi Comnanos ha! Diyebilirim ki sen şu sefil ve kahpe Konstantiniyye'nin biricik namuslu ve bahadır evladısın."

-Tavuk ve keçilerle aslan ve kaplanları bir tutuyorsunuz. Bu sebepledir ki hesabınız yanlış. Şimdi size birkaç sorum var. Altı bini on ile çarparsan kaç eder?
-Doğal olarak altmış bin eder.
-Güzeli yüz yetmiş binden elli bini çıkarırsak ne kalır?
-Yüz yirmi bin. 
-Bu da ala. Şimdi yüz yirmi bini ona taksim edelim, ne çıkar?
-On iki bin. 
-Güzel güzel, çok güzel. Şimdi gerçek hesabı anladınız mı?
...
-Bir Türk on haçlı askerine bedeldir. Yani altı bin Türk, altmış bin Hristiyan demektir. Mektupta düşman kuvvetinin yüz yetmiş bin olduğu yazılı. Bu kadar adamı koyun sayar gibi saymadılar ya! Bunun en azından elli bini uydurmadır, abartmadır. 
-Hey aslan çocuk!
-Babalığım Deli Mustafa'dan işittiğime göre frenklerin on askeri bir Türk hükmündeymiş. Öyleyse düşman ordusu gerçekte on iki bin kişi demektir. Yani bizim iki mislimiz, sadece iki mislimiz. 

(En güzel kısmı geliyor.)
-Doğrusunu isterseniz ben tam asker olacak adammışım. 
-Yine olabilirsin. Seni engelleyen kim?
-Papaz olduğumu, kiliseye bağlı kalacağıma ve evlenmeyeceğime yemin ettiğimi bilmiyor musunuz? 
-Pöff!
-Nasıl pöff?
-Öyle ya, bizim yeniçerilerden biri de önceden papazdı. Şimdi iki hanımı var, bir sürü de çocuğu.
-Vay canına yandığım!... Vay şeytanın boynuzu, vay papanın katırı! İki hanım ha! Bizim bir tane bile yok. 
-Kabahat kimin? Sen de müslüman ol, sen de al. 
-Sen ne diyorsun behey gayrı sadık. Hem ben Mesih'i nasıl terk ederim? 
-Mesih'le kimi kastediyorsun? 
-Yüce İsa'yı. 
-A gözüm! Sana hazreti İsa'yı terk et diyen kim? Ben sana Mesih'i terk et demiyorum, Müslüman ol diyorum. O da bizden biz de ondanız. 
-Yüce Tanrı aşkına! Neler işitiyorum? Siz Müslümanlar Yüce İsa efendimizi tanıyorsunuz ha? 
-Hz. İsa'yı da Hz. Musa'yı da diğerlerini de.
-Hey Ruhülkuds! Yüce Musa'yı da tanıyorsunuz ha?
-Ona ne şüphe!
-Peki ama... Nasıl olur?
-Sorarım sana, insanın bir altını mı olsa daha iyidir, üç altını mı olsa?
-Elbette üç. 
-Şimdi beni iyi dinle! Biz Müslümanlar tüm peygamberlere inanırız, hepsini sever sayarız. Bize göre tüm peygamberler haktır. Siz ise onların bazılarını tanıyor, bazılarını tanımıyorsunuz. Hele, Tevrat ve İncil'de geleceği bildirilen en büyük ve son peygamberi, bizim peygamberimizi tanımamanız büyük eksiklik.
-Aman Tanrım! Ben, Müslümanların İsa Mesih'i tanımadıklarını, sevmediklerini zannediyordum. Demek siz ona da inanıyorsunuz. Peki ben Müslüman olabilir miyim? Ve Müslüman olursam evlenebilir miyim? Bana Müslümanlar kız verirler mi? 
-Neden olmasın? Pekala verirler.
-Boğa yiğidim, ben de iki hanım alabilir miyim?
-Ona ne şüphe!
-Öyleyse ben de Müslüman oluyor ve sizinle Osmanlı ülkesine geliyorum.
Rahip sızmıştı. Boğa kendisiyle iftihar ediyordu. Zavallı asker, ömrünce böylesi çetin bir konuşmaya hiç girişmemiş, hiç bu denli ince düşünmemişti. Kendisindeki bu ikna gücüne kendisi de şaşırdı.

...Zira eski papaz Demir de dünya evine giriyordu. Etine buduna dolgun, eli yüzü düzgün bir hatun bulup onu da baş göz etmişlerdi. Demir, hanımından pek memnun kaldı. Hatununun büyük bir maharetle pişirdiği su böreklerini, yassı kadayıfları ve diğer Türk yemeklerini hapur hupur yiyor ve ağzındaki lokmaları yutmaya çalışırken şunları söylüyordu:
-Türklerin dinleri ve yemekleri çok güzel! Ben var Türk olmak!

18 Eylül 2010 Cumartesi

Şeker Portakalı-Jose Mauro de Vasconcelos

Zaten herkes bu kitabı biliyordur. Bilenlerin çoğu da okumuştur. Okumayanlar ya çocuk kitaplarını sevmiyordur ya da bu yayınevini. Merak etmemiş de olabilirler tabii. O da olur.

Ne diyor bu kitap derseniz anlatayım. Zeze var. Çok tatlı bir çocuk. Çok bilmiş. Kendi kendine okumayı öğrenecek kadar zeki. Kardeşi Luis ile oyunlar oynuyor, abisi Totoca'dan hayatı öğreniyor. Zeze neyi sevse kaybeder. Bir adamı çok sever. Belki babasından çok sever. Bir de onunla konuşan bir portakal fidanını. Her şey biter. Herkes gider.

"Okulda öğrenilen ilk şey, en yararlı şey haftanın günleriydi. Haftanın günlerini öğrendiğim için onun da salı günleri geldiğini biliyordum. Daha sonra iki salıda bir garın öbür yanındaki sokaklara gittiğini, ertesi hafta da bizim oralara geldiğini keşfettim.
Bu nedenle o salı okulu astım. Totoca'nın durumu öğrenmesini istemiyordum; yoksa, evdekilere bir şey söylemesin diye ona bilye almak zorunda kalacaktım. "

"Öğretmenimiz Cecilia Paim, bir cümle ama kendi bulduğu bir cümleyi yazmak için karatahtaya gelmek isteyen olup olmadığını sorunca hiçbir öğrenci yerinden kıpırdamadı. Ben bir şey düşündüm ve parmağımı kaldırdım
"Gelmek mi istiyorsun Zeze?"
Sıramdan çıktım onun sözleriyle gururlanarak karatahtaya yürüdüm.
"Gördünüz mü! Sınıfın en küçüğü." dedi.
Karatahtanın yarısına bile  yetişemiyordum. Tebeşiri aldım, aşağılara bir yere özenle yazım: "Birkaç gün sonra tatile gideceğiz."

Parasız Yatılı-Füruzan

O kadar sevdim ki, bu kadar olur. Nasıl güzel hikayeler bunlar. Yavaş yavaş okudum. Ben de böyle yazabilsem ne güzel olur, diye diye okudum. Hikayelerde kahraman erkek de olsa ben hep kadının dramını gördüm. Hem de ne incelikli ne derin bir şekilde gördüm. Birkaç hikayede nasıl üzüldüm o kadınlara... Alın, okuyun, sevin bence.

Kitapta 1967-1971 arası yazılmış on iki hikaye var.
Sabah Eskimişliğin
Özgürlük Atları
Münip Bey'in Günlüğü
Taşralı
Piyano Çalabilmek
Nehir
Su Ustası Miraç
İskele Parklarında
Edirne'nin Köprüleri
Parasız Yatılı
Yaz Geldi
Haraç

"Sizi anladık üvey babacığım.
Küçük kızın yatma saati geldi.
Atları çok az tanıyor, ama adam akıllı tutkun onlara, demek ki, atları çok iyi tanıyor.
Ben çocukken (ne zaman çocuk olmuştum!) görünmeyen adam olup pasta yemek isterdim. Ne kıtmış tutkularım.
Gidiyor musunuz?
Güle güle.
Kapıyı iyice kapayın.
Sizden üşüdüm. "

"Çok genç dul kalmışsınız, evlenin, dedi doktor. Bu terleme bu çarpıntı ondanmış benim kızlarım. Ha ha hay dedim doktora. Benim iki kızım var, iki kocam var demektir. Ablam atılıyor. Anacığım doğru demiş adam. Niye direniyorsun? Annemin yeşil ela gözleri susuyor. Evlenmek için evlenilmez, diyor. Sizin babanız gibi adamdan sonra. "

"Bu en koca kenti yadırgıyorum.
Buranın dışındayım.
Bana git kal, teyzendir, demişlerdi.
Onun konuştuğunu sorgu ünleminden anlıyorum. Sorduğu ne?
Bana bakıyor, gittikçe öfkeli ve yaşlı sanki. Yineliyor.
-Saçlarını kesmeyeceksin, değil mi?
Hıı, diyorum.
Oysa keseceğim. Hem de en kısa.
Ders kitaplarımı değil, en sevdiğim yazarları alıp elime, bir dolu yeri gezeceğim. Dostoyevski'yi, Istrati'yi okuduğum kireç badanalı çıkmadaki kayısıların sessiz karanlıklarını ve su kokusunu hep arayacağım.
Taşralı bir kız olmanın buruk acısını bile tattırmaz teyzem bana, anlıyorum. "

"Kadınlık kolay değil. Hiç yoktan yakıştırmak. Bak o basmayı Sümerbank'tan kaça aldım. Bastım suya çirişleri gitti. Bir de ütüledim. Bayrama yetiştirip dikiverdim. Bunlar çocukların burnunu bile silmiyorlar. Ben konaklarda büyüdüm. Gel de anlat bu mahalle karılarına. Udum, piyanom, ellerimin güzelliği..."

"Yaz geldi. Yazın halam çıkınca evde ekmek varsa alıyorum zeytinle çıkıyorum. Yazın çok seviniyorum, sokağa çıkınca. Hep bir şeyler oluyor. Yiyecek olmazsa evde, bu bahçenin arkasında karavanaları boşalttıkları yerler var. Onların içinden çok iyi yiyecekler bulunur. Ama ben zeytinle ekmeğe bayılırım. Yaz geldi artık, canım sıkılmaz. Hem ben buraları bilirim. Aç kalmam. Sen yabancısın. Buraya kaç vapur gelir bilir misin? Bilmezsin. O kadar kolay mı?"

"-Sen kız değilsin rezil. Seni bana yutturdular.
İçim kıyım kıyım kıyılmıştı. Ne utanç vericiydi halim.
Demek ki o acı veren şey yalnızca evlenilecek erkeğe saklanmalıymış. Bense erkekle yatmanın günah olduğunu sanıyordum. Çünkü konağın en parlak gününden satışa çıkan günü gelinceye, bana demedi kimse bir şey karşısına alıp."

7 Eylül 2010 Salı

Birbirimizi Sevebilmek-Leo Buscaglia

Kitaplığımı temizledim. Yüz kadar kitabı isteyenlere verdim. Kimsenin istemedikleri de geri dönüştürülmek üzere çöpe gitmeyi bekliyor. Bunlardan bir tanesinden bahsedeceğim şimdi size.

Leo Buscaglia, "Dr Love" diye anılan bir adam. Yolu sevgiden geçen herkesle karşılaşmış. Benim çocukluğumda, kitabı satırların altını çizerek okuyacak kadar ergen olan abimle de karşılaşmışlar. Ben de okumuştum kitabı ama biz karşılaşmadık. Sonra bir gece ben onu rüyamda gördüm. Kitabın arkasındaki fotoğraftan daha farklıydı ama gördüğüm adam. Yıllar sonra, yani az önce, gördüm ki rüyamda gördüğüm adam o imiş. Çok acayip. Şimdi tekrar rüyalarıma girer diye korkuyorum.

Neyse. Size kitaptan bahsedeyim. Çocukken merakla okumuştum. Şimdi gözden geçirdim sadece. Kitaptaki bölümlerin isimlerini yazayım öncelikle, bir fikriniz olsun.

Sevgi dolu bir ilişki
Birbirimizi iletişim yaparak sevebilmek
Birbirimizi dürüstlükle sevebilmek
Birbirimizi bağışlamayla sevebilmek
Birbirimizi neşeyle sevebilmek
Birbirimizi kıskanç olmadan sevebilmek
Birbirimizi içtenlikle sevebilmek
Birbirimizi bazı uyarıcı öğütlerle sevebilmek
İnsan ilişkileri üzerine bir açıklama
İlişkiler yaşayan şeylerdir

"Bu nedenle, insanlarla ilginizi sevgi dolu bir ilişki şekline sokmayı istiyorsanız aşağıda anlatılanları gözden geçirebilirsiniz.
Beni sevdiğini sözlerinle, hareketlerinle ve jestlerinle sık sık göster. Bunu bildiğimi varsayma. Buna karşı utanç belirtileri gösterebilir ve gereksinimim olmadığını söyleyebilirim. Bu tepkilerime inanma ve ne olursa olsun beni sevdiğini yinele.
İyi yaptığım işler için bana kompliman yap. Başarısız olduğumda beni aşağılama, tersine bana güven ver. Olumlu takviye ve işimi takdir etmeler, başararılarımın yinelenmesini garanti eder.
Moralim bozuk, kendini yalnız ve yanlış anlaşılmış duyumsarsan bunları bana söyle. Seni rahatlatma gücüne sahip olduğumu bilmek beni kuvvetlendirecektir.
Neşe dolu fikir ve duyumsamalarını bana söyle. Bu, ilişkimize canlılık getirecektir.
Bana dokun, beni tut, beni kucakla. Fiziksel varlığım sevgi dolu olan bu sözsüz iletişimle daha bir canlılık kazanacaktır.
Suskunluklarıma saygı göster. Sorunlarıma, yaratıcılığıma ve ruhsal gereksinimlerime seçenekler çoğu kez sessizlik anlarımda sezinlenirler.
Bana değer verdiğini başkalarına göster. Sevgimizin başkaları önünde onaylanışı beni özel biri olarak gururlandırır. İlişkimizin güzel oluşunu başkalarıyla paylaşmak iyi olur."

Bu kitabı çok mu erken bir yaşta okudum acaba?