26 Haziran 2010 Cumartesi

Three Cups of Tea

Çok satan kitaplardan, özellikle de New York Times tavsiyesi olanlardan uzak durmaya çalışsam da bunu artık okumam gerekiyordu.

Central Asia Institute ve Pennies for Peace'in kurucularından Greg Mortenson. bir gün Pakistan'da bir dağa tırmanırken başlarına gelen bir kaza sonucu bir süre bir Balti köyünde kalıyor. Köydeki misafirperver amcalar teyzeler ona bakıyor, iyileştiriyor onu. O da diyor ki madem öyle dileyin benden ne dilerseniz. Köydekiler de ne isteyelim biz senden daha dağa tırmanamıyorsun, diyorlar. İlla bir şey yapacaksan eğitimle ilgili olsun, diyorlar. Mortenson, söz veriyor ve gidiyor.

Anne babası misyoner olduğu için Tanzanya'da geçirmiş hayatnının bir kısmını zaten. Çok da zorlanmamış şartlara alışmaya. Zor oldu dese de kısa bir sürede gerekli paraı toplayabilmiş. Para mühim değil tabii. Başına bir sürü iş gelmiş. Kızanlar olmuş her yandan. "Müslüman çocukları eğitiyorsun, terörist yetiştiriyorsun!" diye kıyameti koparan Amerikalılar da olmuş, "Asıl amacın bu değil!" diyen Müslümanlar da. Afganistan yakınlarında kaçırılıp bir süre tutulmuş. Hakkında fetvalar verilmiş. Şimdi ise (çoğu kız olan) yaklaşık elli bin öğrenciye eğitim veriliyor.

Kitapta bu süreci gazeteci David Oliver Relin ile birlikte anlatmışlar. Fena olmamış. Detaylar fazlaca sıkıyor bazı yerlerde; ama sanırım gerekliler de. Bir de Urdu ve Paştu kelimelerin ne anlama geldiklerini söylese daha çok beğenebilirdim.

"Here (in Pakistan and Afghanistan), we drink three cups of tea to do business; the firts you are a stranger, the second you become a friend, and the third, you join our family, and for our family we are prepared to do anything. -Haji Ali, Korphe Village Chief, Karakoram Mountains, Pakistan"

"

22 Haziran 2010 Salı

A Separate Peace- John Knowles

John Knowles'ın babası New England'lı olduğu için sanırım kitapta bolca bahsi geçiyor.  Kitabın baş kahramanı Gene on beş yıl aradan sonra New England'daki lisesini ziyaret ederken o yıllarda olanları hatırlıyor. Gene biraz ilginç bir çocuk. Arkadaşı Finny ne kadar eğlenceli ise Gene o kadar sıkıcı, o kadar kuralcı.
Finny oyunlar icat ediyor, gruplar kuruyor. Gene içten içe kıskanıyor onu. Ağaçtan düşmesine sebep oluyor, Finny bunu kaza sanıyor. Klasik kıskanç ergen genç hikayesi. Finny bir kaza daha geçirip ölüyor; ama Gene hiç de üzülmüyor. On beş yıl sonra sakin sakin düşünüyor olanları.

Ben de Amerikan klasiği diye böyle bir şeyi okuyorum.

A Faith Worth Believing- Tom Stella

İnanıyoruz; ama bir düşünelim bakalım ne kadar içten inanıyoruz. Şimdi size öyle şeyler anlatacağım ki imanınızı tazeleyeceksiniz. Böyle diyor Tom Stella. Kurumsal din ile, kilise ile bağlarını koparanlara "Haklısınız." diyor bir yandan. Sonra da nedenleri sıralayıp inanç bundan çok başka bir şey, Hristiyanlığın asıl mesajı bu buna inanın diyor. Birçok konuda klasik Hristiyan öğretilerini değiştirmese de yumuşatıp, kelimelerle oynayıp itirazlara mahal bırakmayacak bir hale getirmeye çalışıyor.

Konu başlıkları şöyle:
Religion, Father, Son, Holy Ghost, The Self, God's Will, Faith, Hope, Charity, Prayer, Sacraments, Morality, Sin, Grace/Salvation, Heaven/Hell/ Purgatory

"I believe that Jesus, unlike most of us, developed an awareness of God as abba-like, close, personal, compassionate. I believe that he gradually, but profoundly, grew to have a sense of uniqueness and mission as he became more and more smitten by communion with God that formed his "genius" his deepest sense of identity. I believe that he, like most of us, struggled to make sense out of this sense of himself, and that he may have tried to escape its inevitability."

"Jesus not exclusively as the "only Son of God" but as the one in whom I recognize that all of us are daughters and sons of the Divine. "

"Just as Adam and Eve, upon eating the apple, are said to be aware of their nakedness, so most of us are burdened with a lingering consciousness of our imperfections and shortcomings, the inadequacy of our very selves.  It is difficult to love ourselves or to let others love us when the inner voice of criticism and insecurity reigns."

21 Haziran 2010 Pazartesi

Bu Ülke-Cemil Meriç

Önce "Umrandan Uygarlığa" kitabını okumuştum. Neden bilmiyorum abim onu vermişti ilk olarak Cemil Meriç kitapları içinden. Sonra da "Bu Ülke". Sonrasına karışmamış, diğer kitaplarını zaten okumak isteyeceğimi eklemişti. Benim o zaman nedenini çok da anlayamadığım bir şekilde (6. sınıfta idim) bir de Necip Fazıl Kısakürek'in iki kitabını tutuşturmuştu elime bunlarla beraber. Aynı anda birkaç kitap okuduğumu bildiği için onları da birlikte okumamı istedi. Ben kaçırdığım her ne ise görmek için lisans yıllarımda bunu tekrarlayacaktım. Şimdi yine bir Necip Fazıl Kısakürek kitabı aradım; bulamadım.

Cemil Meriç'i yorgun ve yoğun zamanlarımda okumaktan çok hoşlanmıyorum esasında. Yine de öyle bir zamanda geliyor elime, reddedemiyorum. Kitapları zaten tek başına yorabiliyor beni. O kadar çok konuya giriyor ve bunu detay vererek fakat uzatmadan yapıyor ki ben arkasından o konuyu düşünmek, bazen araştırmak zorunda kalıyorum.

Cemil Meriç'in yazılarının bu kadar yalın ve hedefe yönelik olmasının sebebi belki de onları yazdırıyor olması ile ilgili. Kendi oturuyor olsa başında sildikleri, ekledikleri olabilirdi gibi geliyor bana. Şimdi okurken onu güçlü bir hatip konuşurken ben ise sessizce dinliyorum gibi; belki biraz da bir baba "Bak çocuğum bu böyledir, bu da böyle; öğren hayatı, tanı bu dünyayı" diyormuş gibi hissediyorum.


"Bize gelince... Hudutlarımızdan salgın bir hastalık gibi girer sol, arazı meçhul bir hastalık. Solcu, ithamların en korkuncu olur... büyüden meş'um, bedduadan netameli bir kelime. Sağ, daha nazlı, daha utangaç bir misafir. Ne zaman gelmiş, bilen yok!Türk adaleti, kimse tarafından benimsenmeyen bu silik ve şahsiyetsiz kelimeyi pek ciddiye almaz. Ve çeyrek asır nebati bir hayat yaşar sağ.
Sol, demokrasilerin zaferinden sonra yeni bir bekaret kazanır Avrupa'da, günahlarından arınır. Bizde de kasideler döşenir, nazenine. Avrupa bütün cinayetlerini sağ'a yükler. Sağ, yakın tarihin "günahkar teke"sidir: kilisedir, cehalettir, faşizmdir. Batı'nın en gerici partileri bu menfur vasıftan kurtulmağa çalışırken, bizde mukaddesatçıların bayrağı olur sağ: Türk'ün alicenaplığı... Filhakika bu kirli ve karanlık kelimenin dünyada bizden başka şefaatçısı, bizden başka elinden tutanı kalmamıştır. "

"Çağdaşlaşmak, Avrupa'nın yeni bir ihraç metaı, kokain ve LSD gibi... Şuuru felce uğratan bir zehir. "Çağdışılık" ithamı, iftiraların en alçakçası, en abesi. Aynı çağda muhtelif çağlar vardır. Çağdaşlaşmak neden Hristiyan Batı'nın putlarına perestiş olsun?
Bu, kendi derisinden çıkmak, kendi mukaddeslerini inkar etmek ve peşin peşin köleliğe razı olmak değil mi?.. Biz apayrı bir medeniyetin çocuklarıyız; düşman bir medeniyetin, bambaşka ölçüleri olan, çok daha eski, çok daha asil, çok daha insanca bir medeniyetin. "

"Diderot'un delişmen bir kahramanı, ne lüzüm var dahiye der, dünyanın başına dert açan hep o. Deha tabiatın en tehlikeli armağanı. "

"Tanrı, yıldızlarla oynayan bir çocuk.
Senin yıldızların kelimeler, söyle raksetsinler, alev saçlarıyla sonsuz bahçesinde hayallerinin.
Kelime ormanında uyuyan dilber; şair uzaklardan gelen şehzade.
Öyle seveceksin ki kelimeleri sana yetecekler.
Yıldızlar Tanrı'ya yetmiş mi?
Kelimeler benim sudaki gölgem, okşayamam onları, öpemem. Bir davet olarak güzel kelime ve dualarda muhterem. Gönülden gönüle köprü, asırdan asıra merdiven.
Kelime, kendimi seyrettiğim dere. Kelime sonsuz, kelime adem."

18 Haziran 2010 Cuma

The Pilgrim's Progress

John Bunyan edebiyatçılığından ziyade iyi bir Hristiyan vaiz oluşuyla öne çıkmış. Bunyan yazarken iki parça halinde yazmış. Benim elimdeki halinde ise içindeki görsellerin listesi, giriş, metne dair notlar, bibliyografya, Bunyan'ın hayatına dair bilgiler ve sonra Pilgrim's Progess'in iki kısmı da var.

Metafordan, kinayeden geçilmiyor kitap boyunca. Önemli bir edebi eser olduğu için değil de Hristiyanlığa dair çok önemli bir eser olduğu için okudum ben bu kitabı. Bunun da etkisiyle belki kendimi bu kadar yorulmaya hazırlamamıştım. Edebi olarak herhangi bir tat aldığımı da söyleyemiyorum. İlk okuyuşum derste tartışmak içindi. Bir sınıf dolusu insanın ağzının suyu akarken ben "Pfff" diyemedim. İncil'den sonra en önemli kitap bu diyenler, bir Augustine bir bu diyenler... Şimdi tekrar okuyup acaba bir şey mi kaçırdım merakımı gidermek istedim. Hayır. Kaçırmamışım.

Aralardan çekip alacağım her kısım tek başına olabildiğinde anlamsız duracağı için alıntı da yapamıyorum. Bunyan'ın kitap için özür dilediği kısımdan biraz alalım.

"When at the first I took my pen in hand
Thus for the write I did not understand
That I at all should make a little book
In such o mode, nay I had undertook
To make another which when almost done
Before I was aware I this begun."

Immaculate and Powerful-The Female in Sacred Image and Social Reality

Daha önce içinden iki makaleyi okuduğum bu kitabı da diğerleri gibi kutuya koyup bodruma götürmeden önce iyi ki tekrar okumaya karar vermişim. Okuduklarımdan birini danışman hocam yazmış mesela. Oysa o vakitler zahmet edip adını bile okumamış yahut okusam da dikkat etmemişim. Onunkini daha bir dikkatle okudum tabii: "Paul's Views on Nature of Women and Female Homoeroticism"

Bunun dışında "Raclaming the History of Women in ancient Israel", "Female Sexuality in Hindu World" ve "Images of Women and Jews in Nineteenth and Twentieth-Century German Theology" çok çok güzeldi. Okuyun bunu bence.

This Is Our Faith- A Catholic Catechism for Adults

Adından da anlayacağınız üzere inanç pekiştirmek için ve Katolik olmanın belli başlı kurallarını öğrenmek için yazılmış bir kitap. Konu başlıklarından biraz daha fikir edinebilirsiniz.

The Existence of God
God: Our Loving Creator
Jesus: Lord and Messiah
Jesus: Teacher and Savior
The Holy Spirit: Power of Love
The Blessed Trinity: Unity in Community
People of God: The Christian Community
The Church: One, Holy, Catholic and Apostolic
Celebrating Paschal Mystery Through Liturgy and Sacraments
Two Sacraments of Initiation: Baptism and Confirmation
The Eucharist
Foundations of Catholic Morality
The Christian Call to Holiness
The First Three Commandments: Love of God
The Last Three Commandments: Love of Neighbor

Atladım birkaçını ama genel olarak bir fikir vermiştir sanırım. Christian Community başlığı altından bir parçaya bakarsak da kitabın tarzı hakkında fikir edinebiliriz sanırım.

"A plumber, whose older brother happened to be a renowned and well-published philosopher, was talking with his supervisor. "You must be proud to have such a famoous brother," remarked the boss. But not wanting to offend the plumber's pride, he continued, "But we must remember that talent is not often distrubuted evenly, even in the same family."
"You're right," replied te less-famous brother. "Why, my brother can't even stop a leaky toilet. He's lucky he can hire somebody like me to take care of such important things as that."
What a refresing attitude displayed by the younger brother. He appreciated his own gifts and felt no envy toward his accomplished brother."

İbrahimi Dinlerde Mesihin Dönüşü

Eğer diyorsanız ki Türkçe bir kitap olsa da şöyle toparlasa Mesih kimdir, Yahudilik'te, Eski Ahit'te, Hristiyanlık'ta, Yeni Ahit'te ve İslamiyet'te Mesih inancı nasıldır diye.
Ayetler ne diyor, ref' konusunda neler deniyor, nüzulü Kuran'da ve hadislerde nasıl anlatılmış hepsini tek tek anlatsın. Üstelik neden diğer peygamberler değil de o geri gelecek, bu duruma inanıp inanmanın İslam açısından teolojik değeri nedir cevap versin diye merakta iseniz bu kitabı okumanızı önerebilirim.

Pek detaylı olmuş. İyi değil, sıkıcı gelebilir belki biraz ama derli toplu kitap işte.

17 Haziran 2010 Perşembe

Confessions-Saint Augustine

Bir sınıf arkadaşım İncil'i okumaktan hoşlanmadığını, zaten onun için çok şey ifade etmediğini, Saint Augustine okumayı tercih ettiğini ve zaten Augustine'in İncil yazarlarından da daha iyi olduğunu düşündüğünü söylemişti.

Ben ise hiçbir zaman sevemedim onu. İtiraflarını okuduktan sonra ise olumsuz duygularım arttı. Artmasının bir sebebi de belki cümlelerden sonra sıkça paratezlerde Eski Ahit ve Yeni Ahit'ten parçaları isimleri olması idi. "Tanrı'nın sözleri ile konuşan Augustine" biraz abartmıştı. Özgür irade konusunda kendisiyle çelişmesi de tuz biber ekiyordu. Bir şans daha vereyim dedim ama yine içimi daralttı.

Kitabı kısaca özetlemek çok kolay aslında. Augustine diyor ki: Allah benim belamı versin, her haltı yedim. Ben iyiydim de çevrem kötüydü Tanrım. Sonra saçma sapan şeylere inandım Tanrım. Bunlar beni sana getiren yollardı tabii. Valla. İyi arkadaşlar edindim. Çok yardım ettiler sağolsunlar. Böyle böyle inandım.

Bunları Augustine on üç bölümde anlatıyor. 13, dikkatinizi çekerim. Sekizinci bölümde "Birthpangs of Conversion" başlığı ile nasıl hidayete erdiğini anlatıyor.
"My desire was not to be certain of you, but to be more stable in you. But in my temporal life everything was in a state of uncertainty."
"You never go away from us, yet we have difficulty in returning to you."
"The strength of commands lies in the strength of will, and the degree to which the command is not performed lies in the degree to which the will is not engaged."

Bu kısmi otobiyografide belki en dikkat çekecek husus, Auguistine'in ilk günah etkisiyle cinsel ahlak konusunda  hem kendi yaptıklarını çok sert bir dille eleştirerek anlatması hem de başkalarına hayli gözdağı vermesi. Her ne kadar yanlış anlaşıldı, o öyle demiyor, sadece şehveti eleştiriyor deseler de ben pek emin değilim.

16 Haziran 2010 Çarşamba

İsa Tanrı mı İnsan mı? Dinler Arası Diyalog Bağlamında İsa-Mesih'in Konumu Sorunu

Yine bir evet-hayır sorusu ile karşı karşıyayız. Cevabı benden beklemeyin. Cevabı bu kitaptan da beklemeyin bence.

Üç bölümden oluşan kitapta ilk bölümde kristolojileri anlatmış Aydın. Yeterince detay tabii ki verilememiş fakat eksik kolayca gösterilen kaynaklardan tamamlanabilir. Bahsi geçenler: klasik kristoloji, süreç kristolojisi, logos/hikmet kristolojisi, Tanrı-merkezli kristoloji, fonksiyonel kristoloji, feminist kristoloji, kurtuluş kristolojisi.

İkinci bölümde John Hick tanıtıldıktan sonra Hick'in İsa anlayışı, teslis ve inkarnasyona dair düşünceleri, kurtuluş, kefaret doktrini ve mitosun tabiatıyla ilgili görüşleri verilmiş.

Üçüncü bölümde ise Paul F. Knitter'ın çoğulcu kristolojisi anlatılmış.

Bu gibi konularda kitapları Türkçe okumak konuya yabancılaşmayı sağlıyor daha çok. Bazı terimlerin İgilizcesinin ne olduğunu düşünmek gerekebiliyor. Elimiz boş gitmeyelim kitabın girişinden biraz özet vereyim size.

Dışlayıcı İsa Anlayışı
Bu anlayışa göre İsa dışındaki diğer dinsel figürler Tanrı'nın kurtuluş planından dışlanır. Onun dışında ve onun aracılığı olmaksızın kurtuluş söz konusu değildir. Kimler böyle düşünüyor derseniz, en çok Karl Barth deriz.

Kapsayıcı İsa Anlayışı
İsa yine merkezi figürdür, mutlak kurtarıcıdır. Yalnız Tanrı'nın kurtarıcı iradesi evrenseldir. Buna rağmen diğer din ve inançlar ancak İsa ile kurtarabilir. İyi insanlar zaten "Adsız Hristiyanlar" oldukları için, fark etmeseler de İsa'ya inandıkları için kurtulurlar. Paniğe gerek yok. Karl Rahner ve daha niceleri böyle düşünüyor.

Çoğulcu İsa Anlayışı
Bütün yollar kurtuluşa çıkar. Kurtuluş fikrinin merkezine Tanrı'yı koyunca kurtulacakların sayısı artar. Çoğulculuk deyince akla John Hick gelir.

15 Haziran 2010 Salı

Epilepsy- Patient and Family Guide

Sanırım en dikkatli okuduğum kitap bu şimdiye kadar. Bana göre en "iyi ki yazılmış" kitaplardan biri. Detaylarına girmeden özetlemeye çalışacağım.

"Facts about epilepsy" kısmında bilmediğim bir şey olmasa da, şimdi çok başka bir gözle okuduğum için sanırım daha çok sinirlendim. Hippocrates epilepsi ile ilgili ilk kitabını M.Ö. 400 yılında yazmış ve o dönemde epilepsisi olan insanların lanetlendikleri düşünüldüğü için kitabının adını "On the Sacred Disease" koymuş.
1494'te dominik papazların gözetiminde yazılan bir cadı avı el kitabında, cadıların özellikleri arasında nöbet geçirmeleri de var.
Geçtiğimiz yüzyılda Amerika'da bazı eyaletlerde epilepsisi olan insanların evlenmesi, çocuk yapması yasakmış.
Epilepsisi olan insanlara "epileptik" denmez.
Epilepsinin birçok türü ırsi değildir.
Birçok insan epilepsiyi ilaçlarla iki-dört yıl gibi bir sürede atlatır.

Epilepsi denince birçok insanın düşündüğü ağızdan köpüklerin çıktığı, hastanın titreyip kendinden geçtiği nöbetler sadece bir türünü oluşturuyor. Siz karşınızdaki insanı dalgın, dinlenmiyor sandığınız bir anda o bir nöbet geçiriyor olabilir mesela. Bunun güzel yanı sürekli olarak hasta olduğunun o kişiye hatırlatılmaması, sessizce nöbetini geçirip hayatına devam edebilmesi.

Amerika'da 1.5 milyon insan aktif epilepsi sahibi imiş.Aktif olması, antiepileptik ilaçlarla tedavi ediliyor olması anlamına geliyor. Daha çok çocuklukta başlayan epilepsi, kişinin ilk yirmi yılı içinde gitgide azalır, sonra durağanlaşır ve dış faktörlerin de etkisiyle 55-60 yaşlarında geri gelebilirmiş.

Nöbetlerin sebebini ise şöyle açıklıyor doktorumuz: Beyninizdeki hücreler sinyal göndereyim derken kafayı yer. Bir kısmı çıldırmış gibi sinyal göndermeye çalışırken diğerleri de onları durdurmayı bir görev bilir. Durdurmak isteyen hücrelerde bir azalma varsa ve ya elektriksel sinyallerin geçisini sağlayan sinir taşıyıcılarında bir fazlalık varsa o hücreler durdurulamaz. Beyin bu durumda kendini korumak için bir şey yapmak zorundadır. İşte bunlar o nöbetler.

Tedavide ilaç kullanımında belirtilen kurallara sıkı sıkıya uymak gerekiyormuş. Alkol ve uyuşturucu kadar kötü bir etki de kadınların mensturasyon dönemleri. Hormonal değişiklikler de nöbetleri etkilediği için bu dönemde nöbet sayısında önemli bir artış meydana geliyor.
Stres tabii ki en önemli etkenlerden yine.

Burada bilmediğim çok önemli bir şey öğreniyorum ki içinde  "ibuprofen" bulunduran ağrı kesiciler antiepileptik ilaçlardan olan "phenytoin" ile alınınca antiepileptik ilacın bütün yan etkilerini göstermesine sebep oluyormuş. Ben söyleyeyim bir tür bitkisel hayata giriyorsunuz. Salaklaşıyorsunuz, hiçbir şey yapamıyorsunuz. (Bu kısmı okurken nörologuma da diğer doktoruma da çok güzel sözler söyledim. Siz de bilin istedim.)

Epilepsinin en kötü etkiyi bıraktığı insanlar bu hastalığa on beş yaş sonrası yakalananlar ve daha önemlisi nöbetleri yirmi dakika ve daha fazla sürenler. Nöbetin uzun sürmesi beyinde çeşitli hasara sebep olabiliyor. En basit etkisi ise uzun nöbetler sonra hafıza ve entelektüel kapasitede azalma olarak gözleniyor.

En duygusal kitap yazısı oldu benim için.