17 Ağustos 2012 Cuma

Savaş Pilotu- Antoine de Saint Exupery

Tek sebebim Küçük Prens dışında bir kitabını okuma isteği idi. Kitabı okuyalı bir yıldan fazla bir zaman olsa da aklımda kalan şeyler olması beni şaşırttı. Sanırım kitabı okurken yazarın gerçekten de işinin pilotluk ve savaş sırasında savaş pilotluğu olduğunu öğrenmem etkili oldu.
Çıktığı bir görevi gerçekleriyle, hayalleriyle anlatırken biraz da öğrenciliğini anımsamış. Savaş karşıtı diyebilir miyim diye düşünüyorum. Diyemem.


"Ne büyük hazla gömülüp gidiyorum güvenlik dolu çocukluğuma! Çok iyi biliyorum: Önce çocukluk, okul, arkadaşlar var, sonra sınav günü gelir çatar. Sonra diploma günü. İnsanın, heyecandan kalbi küt küt atarak bir eşiği aştığı gün var; bu eşiğin dibinde öğrencilik biter, adamlık başlar. O zaman, ayaklar yere daha bir sağlam basar. Bir yol seçilmiştir artık. Bu yoldaki ilk adımlar. Daha sonra, silahlar sahici düşmanlar üstünde denenecektir. Pergel, cetvel ve gönye, bir dünya kurmak ya da düşmanları yere sermek için kullanılacaktır. Oyun dönemi sona ermiştir!"

"Komutan’ın inceliği, Israel’i getiriyor aklıma. İki gün önce, haber merkezinin penceresine yaslanmış sigara içiyordum. Israel hızlı hızlı gidiyordu. Burnu kızarmıştı. Kıpkırmızı, tam bir Yahudi burnu. Birden dikkatimi çekti Israel’in kırmızı burnu.
Burnunu seyrettiğim bu çocuğu, Israel’i gönülden severdim. Bizim grubun en yiğit pilotlarındandı. En yiğit, e alçakgönüllü pilotlarından biri. Yahudi korkaklığını o kadar çok işitmişti ki, yiğitliğini bile korkaklık diye görüyordu sanırım. Oysa yenmek, ancak çekingenlere vergidir."


"Ve tabii akşam, Israel’in dönmesinden umudu kestiğimiz zaman, hiç mi hiç kıpırdamayan bir yüzün ortasında, adeta üstün bir yetenekle, düşüncelerin en derinini dile getiren o burnu hatırladım. Eğer Israel’e uçuş emrini ben vermiş olsaydım, o burun, uzun süre, bir vicdan azabı gibi içime çökerdi. Israel, emri aldığı zaman, “Evet komutanım. Başüstüne komutanım, Anlaşıldı komutanım”dan başka bir şey dememişti elbette. Israel’in yüzündeki kaslardan biri bile kıpırdamamıştı. Ama burun, insanı ele verircesine, döneklik edercesine, hafifçe kızarmıştı. Israel yüz çizgilerine dilediğini yaptırıyor, ama burnunun kızarmasına engel olamıyordu."


14 Ağustos 2012 Salı

Zemberekkuşu'nun Güncesi-Haruki Murakami

Murakami kitaplarını okumak çok keyifli, yalnız bitince o keyif yerine bir sinir dalgası geliyor. Eee, diyorum. Ne oldu şimdi? Bu soruya istediğim cevabı alamıyorum bir türlü. Yaşanan bütün o garip olayların biteceğini ve benim her şeyin sebebini anlayacağımı umarak okuduğum 738 sayfalık kitap sona erdiğinde yaşadığım bir mutsuzluk var, kesin, ama o sayfalar çok keyifli ilerliyor. Hakkını vermek lazım.

Henüz üç kitabını okudum ve kediler, koyunlar gibi ortak noktaların dışında bir de savaş var hep bahsettiği. Bundan bahsedişinde hiçbir öğreticilik yok, acındırma yok. Yine de savaşın izlerinin asla silinemediğini büyük bir ustalıkla anlatması beni şaşırtıyor.


Murakami ile ilgileniyorsanız bir de şu yazıya bakın derim.

"Duvardaki takvime bir göz attım. Küçük işaretler Ay'ın evrelerini belirtiyordu. Dolunay yaklaşıyordu. Anlaşıldı dedim, âdet görmesi yakın da ondan. 
Doğruyu söylemek gerekirse, Kumiko'yla evlendiğimden beri insan türüne dahil olmuş ve Güneş Sistemi'nin üçüncü gezegeninde yaşamaya başlamıştım denilebilir. Güneş'in çevresinde dönen ve Ay'ın çevresinde döndüğü Dünya'da yaşıyordum. Ben istesem de istemesem de bu, sonsuza dek -ya da en azından benim yaşamım ölçüsünde, bana sonsuz gibi gelecek bir süre- böyle sürüp gidecekti. Bunun bilincine, karımın âdet döneminin her yirmi dokuz günde bir, tıpkı ayın evreleri gibi, dönüp geldiğini görmekle varmıştım. Bu dönemi oldukça zahmetli geçiriyordu: başlamasından birkaç gün önce hep kaygılı, hatta zaman zaman aşırı sinirli oluyor, ortalığı kırıp geçiriyordu. Bu nedenle, dolaylı olarak benim için de önemli bir dönem sayılırdı bu. Ay'ın bu döneminde onu boşuna kaygılandırmamaya özen göstermeliydim. Evleninceye değin Ay'ın evrelerine hiç dikkat etmemiştim. Ara sıra, başımı kaldırıp gökyüzüne baktığım olurdu gerçi, ama Ay'ın biçimine hiç kafayı takmazdım, oysa ki evlendiğimden beri, onun hangi evrede bulunduğunu her zaman çok iyi bilir oldum. 
Kumiko'dan önce de kadınlarla ilişkim olmuştu ve kuşkusuz onların da az çok şiddetli kanamalı sancılı âdet dönemleri olur, kimi zaman da gecikir ve bana soğuk soğuk terler basmasına yol açardı. Bu dönemde çok huysuzlanan kızları da hiç oralı olmayanları da tanımıştım. Ama bu kızların hiçbiriyle tam anlamıyla yaşamamıştım ki."

"Koşullar, onun dünyasından daha geniş bir dünya konusunda görüş bildirmesini gerektirdiği zaman kocasının düşüncelerine güveniyordu. Eğer bu kadarla kalsaydı, kuşkusuz kimseye bir zararı dokunamazdı. Ama bir kusuru vardı -ki bu tür kadınlarda sık rastlanan bir kusurdu bu- inanılmaz derecede kendini beğenmişti. Kişisel değerler konusunda hiçbir kavrama sahip olmadığından, ancak genellikle yaygın önyargıları benimsemekle yaşamdaki yerini belirleyebiliyordu. Kafasında tek bir düşünce vardı: "Nasıl bir intiba bırakıyorum?" Hepsi bu kadardı işte. Bu yüzden, dar görüşlü, sinirli yaratılışta, sadece ve sadece oğlunun öğrenimiyle ve kocasının toplum içindeki yeriyle ilgilenen bir kadın olup çıkmıştı."

"Ama bir hafta sonra evleneceksin, kocan sana gerektiği gibi ve istediğin kadar sarılabilir. Hatta her akşam. Evlilik bunun için yaratılmıştır. Artık pillerin her zaman doldurulmuş olacak."

"Bir ağaç dalına konuyor ve dünyanın zembereğini kuruyor. O olmasa dünya işlemeyecek. Kimse bilmiyor bunu. Dünyadaki insanlar sanıyor ki dünya dev boyutlu, karmaşık, göz kamaştırıcı bir mekanizma sayesinde çalışıyor."