7 Aralık 2010 Salı

Ali ile Ramazan-Perihan Mağden

Perihan Mağden'i köşe yazılarından biliyordum. Bu konudaki düşünce ve hislerimin, kitabı hakkında oluşacak olanları etkilemesini istemedim. Buna dikkat ederek okudum.

1992 yılında Hürriyet'in üçüncü sayfa haberlerinde görüyor Mağden, Ali ve Ramazan'ı. Ali, öldürdüğü adamın evinden kaçmaya çalışırken balkondan sarkıttığı kablo kopunca ölüyor. Ramazan ise bir inşaatta kendini asıyor. Hürriyet, haberleri verirken Ali ve Ramazan'ın ilişkisi hakkında "çarpık" ifadesini kullanıyor. Sonra da boşlukları dolduruyor Mağden ve bu kısa romanı yazıyor.

Yetimhanede iken, güzel bir çocuk olan Ramazan'ın müdür tarafından taciz edilmesi ile başlıyor hikaye. Uzun süre  yeni bir ayakkabı için, kazak için buna evet diyor Ramazan. Trajik ve çarpıcı bir hikayeyle yetimhaneye gelen Ali ile değişiyor her şey. Ali ve Ramazan birbirlerine aşık oluyorlar. Ali, sık sık "Biz ibne mi olduk şimdi abi?" diye soruyor. Ramazan ise birbirlerini sevdiklerini söylüyor. Yetimhaneden ayrılıyorlar. Önce Ramazan sonra Ali askere gidiyor. Ramazan fuhuş ile para getirirken eve Ali, bundan hoşlanmıyor ve tinere sığınıyor.

Perihan Mağden, detayları olabildiğince çok vermenin hikayeyi güzelleştireceğini, dahası bu konuya dair fikri olmayanlara iki erkeğin birbirine duyduğu aşkı anlatabileceğini düşünmüş sanırım. Aslında, fikir vermenin ötesinde, buna karşı çıkanlara meşruiyetini kanıtlama gayreti gibi idi. Bende, amacı her ne ise ondan saptığı hissini uyandırdı. Orada harcanan gayret keşke müdüre, yetimhaneye gelen psikologa yöneltilseydi. Hikayeyi gazete haberlerinin toplanmış hali olmaktan çıkarmaya çalışıp gazeteye gönderilmiş "Hayatım Roman" yazılarına benzetmiş.

Perihan Mağden zaten dışarıdan ve yukarıdan yaptığı gözlemlerden bahsediyordu gazete yazılarında. Kitabı okurken bunları hiç düşünmedim, ama bitirince hala öyle olduğunu fark ettim. Yetimhanede yetişen ve sonra sokaklarda, soğukta kalan, aç dolaşan insanları anlatmakta yetersiz kalmış bence Mağden. Böylesine soğuk ve bir pencere arkasından bakarak yapmak istediğini yapamamış. Zaten Ayşe Arman beğenmiş kitabı. Benim beğenmem garip olurdu.

"Ali ile Ramazan'ın kartopulanan alakalarını. Hep yan yana olmalarını, oturmalarını. Birbirlerine değmeden bir yerleriyle, duramamalarını."

"Niye askerlik yapmak zorunda olduğunu anlamıyor da anlamıyor Ramazan! Yetimhanede büyüdüğü, Devlet tarafından büyütüldüğü halde, bu vatana neden borcu olduğunu öldür Allah çıkartamıyor."

"Hamal kılıklı Kürt'ü düzüyor. Neredeyse yok pahasına. Ama öyle müşterisiz ki ortalık, razı oluyor işte."

"O arada Vanlı kimliğini, Kürt kimliğini keşfedip iyiden iyiye bunun aidiyet yarattığını, bir şeye dönüştürdüğünü Recep'i, işine de yaradığını, içine de iyi geldiğini kavrayıp iyice Vanlılaşıyor. İyice Kürtleşiyor tek bir kelime dahi Kürtçe bilmediği halde. Kürt aksanıyla konuşmaya başlıyor. Sağdan soldan kaptığı Kürtçe kelimeleri araya sokuşturuyor."

1 yorum:

Adsız dedi ki...

bu kitabı 3saatte aralıklı ve sabırsız bir şekilde okudum...okudum ama ruhuma beynime işlete işlete işlediği zamanda canımdan can çıktı sanki..ben bir erkeğim ama hıçkırıa hıçkıra ağladım yolculuk esnasında etrafımda bir sürü insanların bana bakması aldırış bile etmeden ağladım.bu kitap olduğu gibi bir film olması izleyicilerle buluşturulması gerekli bir hayat hikayesi.....