29 Ağustos 2011 Pazartesi

Bir Dünyadan Bir Dünyaya- Samiha Ayverdi


Samiha Ayverdi hakkında çok yorulmadan bir şeyler okumak isterseniz buraya ya da buraya bakabilirsiniz. Biraz daha merak ederseniz bu kitabı okuyabilirsiniz. Göreceğiniz sadece Samiha Ayverdi'nin yaşantısı olmayacak bu kitapta. 1905 ile 1974 yılları arasında bu topraklarda yaşananlara dair farklı bir bakış açısı da görmüş olacaksınız. Ve daha sonra merak edebilecekleriniz için de buraya bakabilirsiniz. 

“Şöyle ki, âile çevresinde ve eş dost arasında, âdetâ garâbete misal olarak, bir buçuk yaşından sonra gündüzleri uyutulamayan bir çocuk olduğumu çok dinledim ve mevzû, ancak seneler sonra eskiyebildi; hayli de zor unutuldu.
Gerçekten de, bütün gayretlere rağmen uyutulamıyordum. Ama ağlamıyor, sâdece dinliyor ve düşünüyordum.”

“Âdetâ ilâhî bir zevkle dinlediğim ninni: “Kov bostancı danayı, yemesin lahanayı...” derken, bostancının danayı çitten mi yoksa kapıdan mı kovaladığını düşünüyordum.”

“Anamın ak sütünden sonra, turunç kokusu sinmiş kekre bir suyu emmek aman ne kötü ne iç bulandırıcı bir tenezzüldü. Hemen elimden şişeyi atarak başımı sandıktan çıkardım. Bu son tecrübe ile artık vaziyetimi idare etmenin ve irademin üstüneki bir iradenin mağlubu olmayı kabul etmenin çaresizliğine inanmış bulunuyodum.”

“Şu hâlde Mehmetçiği Mehmetçik yapan, onu tepeden tırnağa sarıp hükmü altına alan bir “ilâ-i kelimetullah” aşkı idi. Zâten Şark Türklüğünün Garb'a akışındaki gerçek gaye bundan başka ne idi? Türk'ün ebedî “Kızıl Elma”sı, ilâ-i kelimetullah aşkı.
Ya sönerse, ya bütün bir milletin bütün bu müşterek gayesini söndürürlerse ne olacaktı? İnkıraz etmiş yıldızlar gibi bir müddet parlamakta devam etsek de, sonunda tarih göklerinde kararıp sönecektik.
Ama hayır.. İçim bunu reddediyor, işin oralara kadar gitmeyeceğini, gene “kelimetullah”ın elimizden tutup bize yol göstereceğini haber veriyordu.”

“Bizimle bir çocuk gibi oynayan dayımın neş'eli yüzü, geniş tebessümünün açıkta bıraktığı o bembeyaz müstesna dişleri, âhenkli sesinden fışkıran neş'e, adeta tadı damaklarında kalmış çocukluğunun, bir an için dahi olsa, uyanıp geri gelmesinden başka ne olabilirdi?”

“Başsız ayaksız olarak birlik katından dünyaya, bu zuhur, bu yaratılış zeminine gelinceye kadar geçtiğimiz menzillere ve haşır neşir olduğumuz alemlere yol bulmak, suret ve kesret sınırlarının katında karar kılmak; işte yaratılışında da, ilmin de, amelin de gayesi ve insanlığın yüz akı yüce saadeti bundan ibaretti.”

“Aradan yıllar ve yıllar geçip de tarihin uyarıcı mızrağı hadisenin kabuğunu delip, iç yüzünü gösterdiği zaman, Müslüman Türklüğü alem haritası üstünden silmek kararını vermiş bulunan Avrupa'nın bir oyununu daha meydana çıkardı.”

“Medreseye ise, içine taassup bakterileri girip, hasta düşrek kemikleşinceye kadar, dünyaya parmak ısırtan bir ilim ve irfan ocağı demek caizdi.”

“Evet düşmanlarımızın hepsi kendi çıkarlarını biliyorlardı. Ama Türk geçinen ve hele kendilerini vatan kurtarıcısı zanneden İttihatçılar'ın memleket realitelerinden haberleri yoktu.
Yahudi menfaatlerinin kısmen şuurlu, kısmen de gafil birer aleti olan İttihatçılar, gerçekten de zavallı kimselerdi.”

“Haram ile helâli, doğru ile eğriyi, güzel ile çirkini, mektep sıralarına oturmadan öğrenen bir nesil ne kadar bahtiyardır. İşte kütlelerin mukaddes bir zincir hâlinde birbirine emanet ettiği bu terbiyeyi devam ettirmek, Türk ailesinde bir iman borcu idi. Onun için de aile, Türk fikriyat ve ahlakının bir mecellesi olmuştu. Bu yüzden de Müslüman-Türk'ün tarihi düşmanları bu temel değere nişan aldılar, onu vurdular ve devirdiler.”

“Bin yıllık Türk tarihi, beşeriyete huzurlu bir nefes aldırma esasına dayanan İslamî prensiplere sıkı sıkı sarılmış ve bu hazır nizamnameden, hem kendi hem de hakim devlet olarak idaresine almış olduğu kavimleri faydalandırarak prensiplerini amel haline getirmiş, böylece de bahtiyar olmuş, çevresini de bahtiyar eylemiştir.”

“Gerçi patlıcancı, Türkiye Yahudilerinin belki en cahillerinden biri idi. Fakat topraklarımızda yaşayan hemen bütün azınlıklar gibi, bir iman borcu bildikleri Türk düşmanlığını, daha emekleyen bir çocukken şifahî kültürlerinin içinde bulmuş ve gözlerini dünyaya bu anlayışla açmışlardı. Onun için de şuurlu idiler.”

“Ama bugün yalnız Türklerin değil, bütün dünyanın dikkatle üstünde durması gereken tehlike, yeryüzünü baştan başa Yahudileştirmek idealinin peşinde olan siyonizm savaşı, yani Yahudi emperyalizmidir. Binlerce senedir bu hakimiyet idealini besleyip ayakta tutan da, sadakatle bağlı bulundukları ırkçı ve şeriatçı Tevrat anlayışı olmuştur.”

“Türklüğü inkıraza iten ne Şarklılığı ne de Şark'ta doğmuş müslüman imanı idi. Haçlı Garb'ı ise, yüzyıllar boyu kralların ve derebeylerinin birer paryası hâlinde yaşadıkları cehalet ve gafletten kurtaran da hristiyan imanı değildi.”

“Çünkü Garb, vahşi kütleler halinde yaşarken, Şark, ilim irfn ve hikmet meş'aleleri ile dünyayı aydınlatan büyük medeniyet merkezlerine sahipti. Ancak devirler geçip gözlerini uğuşturarak uyanan garb, yarışa geçip Şarkın mirasına konarak, onu geride bırakırken, bu yarışa iştirake yanaşmayan Şark, olduğu yerde kaldı ve durmanın düşmek olduğunu bilemedi.”

*Fotoğraflar Kubbealtı'ndan, kronolojik sıra ile.

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Hancı- Samiha Ayverdi


“Handır bu gönlüm, yâ misafirhane..
Derd konuklar, derman konuklar, hayâl konuklar, melâl konuklar; mümkün konuklar, muhâl konuklar. Hele hasret, hiç çıkmaz ordan.
Handır bu gönlüm, yıkık, dökük..
Fakir konuklar, zengin konuklar, âlim konuklar, câhil konuklar; gelen konuklar, geçen konuklar. Hele bir hancı vardır, hiç çıkmaz ordan, çıkmaz ordan..”

“Kimsin? diye sordular.
Bu dünyâda işi bitenim! dedim.
Öyle de neden sefere çıkmazsın? dediler.
İşi bitmemiş olanlara yoldaşlık etmem muraddır, dedim.”

“Ben geceyim, gün isterim. Ben ateşim, kül isterim. Ben şiirim vezn isterim.
Ben derdliyim, şifamı ver. Parça değil tam isterim. Tükenmişim, çâremi bul. Bütünlenmiş can isterim.
Dağılmışım, topla beni. Pâre pâre kılma beni... Gövdem başım nerde bilmem... Merkez mihver baş isterim.
Ecel yakın, destur gerek... Destur deyip yol isterim.”

“Dümenim sensin. Ne tarafa döndürürsen oraya giderim.
Kâh emîr olur, buyruk dinlemem. Kâh esîr olur, gülmem söylemem...
Ölüm nedir derlerse, onu da söylemem, hiç mi hiç söylemem... Sensizliktir, demem.”