5 Şubat 2011 Cumartesi

Satranç-Stefan Zweig

Şöyle diyebilirsiniz: Bir kitap olsun, çok da uzun olmasın, ama çok şey anlatsın; mesaj versin, sembolik bir anlatımı olsun, ama sembolize edilenleri anlamasam da seveyim. O zaman ben, size bu kitabı önerebilirim. Benim gibi satrançtan anlamayan hatta satranca ilgi duymayan biri değilseniz, daha da güzel olacaktır eminim. Ayrıca söylemeden geçemeyeceğim; Czentovic ne sinir bozucu adam. 

"Sabit fikirli, kafasını tek bir düşünceye takmış her türlü insan, yaşamım boyunca beni çekmiştir, çünkü bir insan kendini ne kadar sınırlarsa, öte yandan sonsuza o kadar yakın olur; işte böyle görünüşte dünyadan kopuk yaşayanlar, özel yapıları içinde karınca gibi, dünyanın tuhaf ve eşi benzeri olmayan bir maketini kurarlar."

"Ama satranca oyun demekle haksız bir kısıtlama yapmış olmuyor mu insan? Satranç aynı zamanda bir bilim, bir sanat değil mi, yerle gök arasında süzülen Muhammet'in tabutu gibi bu iki kategori arasında gidip gelmiyor mu, bütün karşıt çiftlerin bir kerelik bileşimi değil mi? Hem çok eski hem de yepyeni, düzeneği hem mekanik hem de hayal gücüne bağlı, hem sabit geometrik bir alanla sınırlı hem de bileşimleri sınırsız, hem sürekli gelişen, hem de kısır, hiçbir şeye götürmeyen bir düşünme, hiçbir şeyi hesaplamayan bir matematik, yapıtları olmayan bir sanat, maddesi olmayan bir mimari, bununla birlikte varlığıyla bütün kitap ve yapıtlardan daha dayanıklı olduğu su götürmez, bütün halklara ve bütün zamanlara ait tek oyun; can sıkıntısını öldürmesi, zihni açması, ruhu canlandırması için hangi Tanrı'nın onu yeryüzüne gönderdiğini kimse bilmez."

"Bize hiçbir şey yapmadılar, bizi tümüyle hiçliğin içine yerleştirdiler, çünkü bilindiği gibi yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik gibi baskı yapamaz.

"İnsan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. Bekleyip durur insan. Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız. Yalnız."


Pan-Knut Hamsun

Tünel'deki Pablo Castel gibi bir adam karşımızda: Teğmen Thomas Glahn. Bu kez öldürülen, kahramanın sevdiği kadın değil. Siz, bu kitabı okuyup tutkulu bir aşkın romanı olduğunu düşünebilirsiniz. Ben ise erkek zihninin haritasının çıkarılmış olduğunu görüyorum. Romantik bir dille. Kitap pek güzel yalnız, okuyun.

"Yağmura, fırtınaya bağlı değil ki! Bazan yağmurlu bir günde de kendinizi bir küçük sevince kaptırır, onun verdiği mutlulukla bir köşeye çekilirsiniz. Orada dikilir kalır, gözleriniz bir noktaya çevrili, bakmaya başlarsınız; arasıra hafif güler, sağa sola bakarsınız. Bir pencerede pırıl pırıl bir camı, camda bir gün ışığını, bir küçük dere görünümünü ya da belki gökte mavi bir yarık vardır, onu! Yetmez mi?
Başka zaman yepyeni olaylar bile bizi tekdüze ve zavallı bir ruh halinden silkip uyandıramaz; bir balo salonunda kayıtsız, vurdumduymaz, bütün etkilere kapalı oturabilirsiniz. Çünkü sevincin de, kederin de kaynağı insanın kendi içidir."

"Edvarda bana baktı, ben ona baktım. O anda kalbime bir şeyin dokunduğunu hissettim: Küçük, acele ve tanıdık bir selamdı sanki. Bahardı, aydınlık günlerdi nedeni; o gün bugün hep bunu düşündüm. Hem sonra onun yay kaşlarının hayranıydım da."

"Edvarda'ya inanıyor, sözünde içten olduğunu görüyordum; onun beni yalnızca düşünmesi bile sonsuza dek yeterdi bana."

"Edvarda uzakları özlüyordu da beni hatırlamıyordu. Oracıkta duruyor, beni unutmuş olduğunu yüzünden anlıyordum. Güzel, ne desek boş! Ama ben orada duruyor, onun yüzünde görüyordum. Ve dakikalar üzgün, yavaş geçiyorlardı."

"Bak Eva, ummak garip bir şeydir, bambaşka bir şeydir. İnsan bir sabah bir yol boyunca yürüyüp sevdiği kimseye o yolda rastlayacağını umabilir. Ona rastlar mı? Hayır. Neden rastlamaz? Çünkü sevilen kimse o sabah ya bir işle meşguldür, ya da bir bir başka yerdedir..."

"Eva, umut dediğin pek tuhaf bir şey. Örneğin, ben şimdi geziniyor, bu sabah yolda rastlayamadığım o kimseyi unutacağımı umuyorum."

"Bir delikanlı nasıl severse erkek, ilk kızı öyle sevmişti. Onun için Tanrı'nın lütfu diyor, ona; "Kumrum benim!" diye sesleniyordu; bağrı ateşli ve dalgalıydı kızın. Erkek ona "Kalbini bana ver!" dedi. Kız verdi. Erkek ona, "Senden bir şey rica edebilir miyim, sevgilim?" derdi. Kız, kendinden geçmiş: "Evet!" cevabını verirdi. Kız ona her şeyini verdi, erkek ona bir teşekkür bile etmedi."