13 Ekim 2010 Çarşamba

Kirpinin Zarafeti-Muriel Barbery

Bir kitaba başlarsınız. Birkaç sayfa okursunuz. Hmm, dersiniz. Başkasının kitabı olduğu için gerisi gelmez. Bu çok sinir bozucudur. Daha sonra bir gün kitap karşınıza çıkar yine. Ne güzel.

Kitabın arkasındaki özeti paylaşayım önce sizinle: "On üçüncü yaş gününde intihar etmeyi planlayan on iki yaşında, son derece zeki ve üstün yetenekli bir kız çocuğuyla, müzik, resim ve felsefe meraklısı, Rus edebiyatı ve Japon sineması tutkunu elli dört yaşında bir kapıcının, kibar bir Japon beyefendisi sayesinde gelişen sıra dışı dostluğunu anlatan Kirpinini Zarafeti..."

Özetlemek, biraz yalan söylemek gibi. Ne dersek diyelim, aslından saptırıyoruz. Yine de "Japon beyefendisi" ifadesinden çok anlaşılmasa benim kitapta hissettiğim Japon sevgisinden bahsetmek isterim. Kitabın on iki yaşındaki kahramanı manga okuyup Japonca öğrenmeye karar verenlerden. Hepimizin böyle arkadaşları vardır, evet. Renee de zaten Japon sinemasını seviyor. Yine de biraz sakin olmalarını bekliyordum Kakuro gelince. "Aaa Japon, ne güzel..." diye sevdiler hemen hiç tanımadan. Sırf Japon diye.

Kitaptaki bölümler sırayla kapıcı Renee ve Paloma'nın ağzından anlatılıyor dönüşümlü olarak. Aşağıdaki cümlelerden de hangisinin kimin olduğunu okuduysanız hemen anlarsınız. Okumadıysanız, bence okuyun. Paloma biraz abartılı. Aslında kitapta kim neyi seviyorsa o abartılı. Ben tabii vasatlığa çok alışmış biri olarak böyle düşünüyor olabilirim. Siz coşkulu bulabilir, sevebilirsiniz. Ya da belki bu kitapta sevdiğim şeyleri sadece ergen yanım sevmiştir ve siz onları da beğenmeyebilirsiniz.

"Ben dul bir kadınım. Ufak tefek, çirkin, tombul biriyim. Ayaklarımda nasırlar var. Kendi kendimi rahatsız ettiğim bazı sabahlara bakarsak, bir mamut gibi soluk alıp veriyorum. Eğitim görmedim. Kendimi bildim bileli yoksul, ölçülü ve önemsiz biri oldum. Kedimle birlikte yalnız yaşıyorum. Tembel, kocaman bir erkek kedi. Kayda değer özelliği kızdırıldığında patilerinin kötü kokmasıdır. Birbirimize benziyoruz; ikimiz de kendi hemcinslerimiz arasına katılmak için pek çaba sarf etmeyiz. Daima nazik olsam da ender olarak sevimlilik gösterdiğimden beni sevmezler, ama yine de bana hoşgörü gösterirler; çünkü  ben toplumsal inancın apartman kapıcılığına dair bir araya getirdiği paradigmaya gayet iyi denk düşüyorum: Ben, yaşamın kolayca çözülebilecek bir anlamı olduğu şeklindeki büyük evrensel yanılsamayı döndüren sayısız çarktan biriyim."

"Belli ki yetişkinler zaman zaman durup yaşamlarının nasıl bir facia olduğunu düşünüyorlar. Ama o zaman da bir şey anlamadan sızlanıp duruyorlar ve hep aynı cama çarpan sinekler gibi, çırpınıyor, ıstırap çekiyor, yıkılıyor, çöküyorlar ve kendilerini gitmek istemedikleri yere sürükleyen olaylar zinciri üzerine düşünüyorlar. Hatta içlerinden en zekileri bu sorgulamayı din haline bile getirirler."

"Hayatın bir anlamı vardır ve bunu büyükler bilir lafı herkesin inanmak zorunda kaldığı evrensel bir yalandır. Yetişkin olup da bunun yanlış olduğunu anladığında artık vakit çok geçtir."

"Renee. Bu bendim. İlk kez olarak biri adımı söyleyerek bana hitap ediyordu. Anne babamın hakaretler ya da gürlemeler kullandığı yerde, açık renk gözlerine ya da gülümseyen ağzına şimdi dikkatle baktığım kadın, kalbime giden bir yol açıyordu ve benim adımı söylerken, o zamana kadar hiç bilmediğim bir yakınlık kuruyordu benimle. Etrafımdaki dünyaya baktım, aniden renklerle süslenmişti."

"Çünkü özünde, bizler, yemek yemek, uyumak, üremek, fethetmek, ve kendi alanımızda güvenlik sağlamak için programlanmış primatlarız. Bu konuda en yetenekli olanlara, içimizde en hayvan olanlara ise daima başkaları sahip olur. Kendi bahçelerini savunmayı, yiyecek tavşan bulmayı ya da düzgün döllenmeyi beceremezken güzel konuşanlar... İnsanlar zayıfların egemen olduğu bir dünyada yaşıyorlar."

"Beni tanımadılar diye tekrarlıyorum.
O da duruyor. Elim hala kolunda.
Sizi hiç görmemiş oldukları için, diyor. Ben sizi her koşulda tanırım."

"Ve siz Kakuro, sevgili Kakuro, bir kamelyanın olabilirliğine beni inandıran siz... Belki de... Belki de siz beni hala güldürecek, konuşturacak ve ağlatacaktınız."

"Ölürken ben ne yapıyordum diye kendime soruyorum. Kalbimin sıcaklığında cevabım çoktan hazır.
Ne  yapıyordum?
Başkasıyla karşılaşmıştım ve sevmeye hazırdım."

"Sonunda kendime hayatın belki de bu olduğunu söylüyorum. Fazlasıyla umutsuzluk. Ama aynı zamanda, güzel bir iki an."

"Canlı olmak belki de budur: Ölen anların ardından koşmak."

2 yorum:

medgallis dedi ki...

bu kitabın le herisson adında türkiyede yaşamaya değer adıyla gösterilen bir filmi vardır. sanki film daha sevilesi.

seyyarat dedi ki...

Seyretmedim. Edeyim, bakalım öyle mi.