18 Ekim 2010 Pazartesi

Muhaderat-Fatma Aliye




Kendi ismini ilk kez kullandığı eser bu imiş Fatma Aliye'nin. Nedenini anlamaya çalıştım.

Bu aralar hangi kitaba elimi atsam seksizmden zehirlenip ölecek gibi oluyorum. "Bu ne biçim dünya!" isyanlarına başlıyorum. Fatma Aliye, kendince bir çaba içindeymiş aslında buna karşı. Yine de gelenekten kopamadığı için bir türlü bu çaba minik adımlara denk geliyor. Bu kitapta da onun kendi hayatında yapmaya çalıştıklarını biraz da idealize edilmiş haliyle Fazıla'da anlatmış.

Kitapta ne olduğunu anlatınca kendinizi bir Türk filmi anlatılıyor gibi hissedebilirsiniz. Çok kısaltılmış bir şekilde anlatacağım için şanslısınız.
Fazıla'nın annesi ölüyor. Babası Sai Bey, kızı Fazıla ile oğlu Şefik'e nasıl bakacağını bilmiyor. Kendisinden 17 yaş küçük Calibe ile evleniyor. Calibe bir cadı ki, sormayın. Ne kötülükler yapıyor. Tam bir kötü üvey anne. Sai Bey'i ikna edip erkek kardeşi ile amcasının oğlu ve aynı zamanda sevdiği kişi olan Süha'yı da eve getiriyor. Süha aslında hiç fena şeyler düşünmüyor. Calibe, onu bir şekilde kandırıp yola getiriyor. Süha, Calibe'yi sevse de bir yasak aşk pişmanlığı yaşıyor. Üstelik, Fazıla'ya aşık oluyor. Fazıla, komşuları Münevver Hanım'ın oğlu Mukaddem Bey'le nişanlı. Ona karşı sevgiden çok minnet duyuyor. Mukaddem ise deli gibi aşık. Calibe, Münevver Hanım'ı istemiyor, Süha ise Mukaddem'i. Çeşitli hilelerle Fazıla'yı ondan ayırıyorlar. Fakat Fazıla Süha'ya da yar olmuyor. Babası onu Remzi'ye veriyor. Remzi tam bir görmemiş. Üstelik cimri. Fazıla, kocası olduğu için onu seviyor. Hem de nasıl sevmek. Remzi ise karşılık vermiyor bu sevgiye. Oysa Fazıla nasıl da güzel bir kadın. Remzi'nin gözü hep dışarıda. Fazıla'nın bir gün gözü açılıyor. Remzi'yi artık sevmiyor ve onun yaptıklarına dayanamıyor. İntihara karar veriyor. Kardeşine olanları yazıp deniz kenarına gittiğinde birden vazgeçiyor. Böyle bir şeyi düşünmüş olmak bile üzüyor onu. Kaçıp kimliğini gizlemeye karar veriyor. Yanlarında kiracı olarak kaldığı ailenin oyununa geliyor ve cariye olarak satılıyor. Onu satın alan aile Beyrut'a giderken onu da kızlarının dadısı olarak götürüyor. Beyrut'ta iken dadılık ettiği iki kızdan biri aşık oluyor. Allahım! O da ne! Aşık olduğu adam Mukaddem. Mukaddem, yanında bir doktorla birlikte Fazıla'nın ölümüne üzülerek verem olduğu için Beyrut'ta dinleniyor. Fazıla, yeni adıyla Peyman, Mukaddem'i ikna edip dadılık ettiği Enise ile evlenmeye ikna ediyor. O sırada dadı olduğu evin oğlu Şebib de Fazıla'ya aşık oluyor. Fakat Fazıla hala Remzi ile evli olduğu için bu aşka karşılık vermiyor. Neyse ki Remzi ölüyor da bu dertlerin hepsi bitiyor. Dadılık yaptığı diğer kızı da kardeşi ile evlendirip mutlu oluyor. Özet geçtim.

"Fazıla, Remzi için cevaplandırılması çok zor olan bir soru sormuştu. Remzi, "sevmek" ne demek olduğunu bilmiyordu ki Fazıla'ı sevip sevmediğini bilsin!.. Aklına gelip de şimdiye kadar Fazıla'ya hiç "Seni seviyorum." dememişti. Şu seviyorum kelimesi ne acayip kelimedir. Ne kadar çok söylenirse söylensin eskimez! Anlamını yitirmez! Modası geçmez! Bir bedbahtın saadetine, bir aşığın felaketine sebep olabilir. Kimini canına kıydırır, kimini mutluluk içinde yaşatır. Nice defalar yalan yere söylenmiş, sahtekarların işine yaramış, nice masumların baştan çıkarılmasına hizmet etmiş, binlerce vaadin yerini tutmuş da hala bu söze itibar ediliyor. Her yerde söylenip duruyor hala bir aşığın yüzünü güldürüyor. Bir bedbahtı bahtiyar ediyor. Her gün, her an, her dakika bir yerlerde etkisini gösteriyor."

*Bir de bu var.

Hiç yorum yok: