23 Ağustos 2010 Pazartesi

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu-Peyami Safa

Hep sevdim, hep sevdim. Peyami Safa'yı da diğer kitapları gibi bunu da sevdim. Bu sebeple bilmiyorum kaçıncı kez okuduğum bu kitabı yine yavaş yavaş okudum. Bunda Safa'nın dilini, tasvirlerini sevmemin dışında bir de acısını sevişim var, sanırım. Gerçek bir derdin en yalın haliyle aktarılmasını sevmemek mümkün değil. Bir de her bölümün başında, başlık ile yazı arasındaki cümleleri çok seviyorum. Bölümü özetleyip, sıkıştırıp yazmış.

Konusuna değinmeye gerek görmüyorum. Herkesin okumuş olduğunu düşünüyorum. İlkokulda okumayanlara ortaokulda zorla okutuyorlardı zaten. Bunların hepsinden kaçıp kurtulanlar şimdi utansın kendinden.

"Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler."

"Kendimi, kitapların kahramanlarından daha mühim bulduğum için, okumaktan sıkılıyorum. Istırabımın hodgamlığı mani oluyor."

"Hep gittiler. Yapayalnız. Çıt yok. Odaya şimdiye kadar hiç tanımadığım yabancı bir akşam giriyor. Gittikçe artan karanlık, iki parça eşyayı da benden uzaklaştırıyor ve beni daha yalnız bırakıyor. Odadan gündüz ışığıyla birlikte bana ait her şey çekiliyor: Evime ait hatıralar, kalabalıklar, sevdiklerimin sesleri, bir çok şekiller, hayatımın parçaları, Erenköy, köşk, tren, vapur, fakülte, doktorlar, hastabakıcılar, hayatın gürültüleri, şehir, gündüzün sesleri, her şey uzaklaşıyor. İçimde bir boşluk. Garip ve büyük bir his, derinliklerime doğru kaçıyor, gizleniyor. Ruhum karaltılarla, sessiz ve şekilsiz gölgelerle, eşya arkasına saklanan hayaletler gibi kendilerini göstermeden korkutan meçhul varlıklarla dolu."

Hiç yorum yok: