Latife Tekin'e dair bir şey yazarken saçmaladığı röportajlarını düşünmeden edemiyorum. Sen hem güzel bir köy/göç romanı yaz, geleneği bu kadar iyi anlat, hem de böyle "rastalı kız" cümleleri kur.
Latife Tekin'i ayrı tutup kitaba dair söyleyeceklerimi söyleyeyim. Benim de ailemden dinlediğim, biraz gerçeküstü hissi veren hikayelerle köyde başlayıp şehirde devam eden bir roman. Tasvir ve diyalog olabildiğince az. Şehre göçtükleri yerde hikaye tıkanıyor, ama toparlanıyor sonra. Belki anlatılanların tanıdık gelmesi sevmemi sağlamıştır. Emin değilim. Türk romancıları arasında farklı sayılabilecek bir dili olduğu için en azından, okunabilir.
"O kıştan sonra dili bağlanan nişanlı kızlar, taze gelinler işaretlerle konuştu. Köylüler, kızlarını gelinlerini düştükleri bu dertten kurtarmak için, tez elden en derin hocaları bir araya topladılar. Ama hocalar kitapta dil bağlanmasının yerini bulamadılar, bu derdin karşısında çaresiz kaldılar.
Gelinler, kızlar konuşmaktan umut kesilince yaşmaklarını sıkı sıkı ağızlarını örtecek biçimde bağladılar. Bir zaman durup durup göğüslerine vura vura ağladılar. Sonra sonra işmarla konuşmanın kolayını aldılar. Kırk türlü baş sallayıp kaş oynatmaya, göz süzüp elleriyle çeşit çeşit işaret yapmaya başladılar.
Akçalı'da nişanlı kızların, taze gelinlerin dilleri bağlandıktan sonra dertlerini anlatmak için buldukları yola "gelinlik etmek" dendi. Bu yakıştırmayı yedi köy beğendi."
"O Perşembe, Halit ile Zekiye'nin bayrağı dikildi. Bayrağın ayyıldızına elma takıldı. Elmaya tabancalar atıldı. Kadınlara ahırda, erkeklere bahçede düğün yeri kuruldu. Kadınlara ayrı, erkeklere ayrı çalgıcılar tutuldu. Dizgeme'den Akçalı'ya semah geldi. Akçalı'dan Dizgeme'ye kalıniçi gitti. Dizgeme'de gelin ağlatıldı. Akçalı'da damat oynatıldı. Köyün delikanlıları Süslü Sami'yi damada sağdıç ettiler, damadın koltuğuna girdiler. Bir yandan, gelinlik kızlara ayna tuttular, işmar ettiler, bir yandan topluca aptes alıp camiye gittiler, ilahi söylediler. Dizgeme'de kına gecesi Zekiye'ye kahkül kestiler, kaşlarına fıstık karası çektiler, yanaklarını alladılar, ellerini kınaladılar. Bahşiş çağrılmadan gelini de damadı da ortaya çıkarmadılar. Cumartesi akşamı, Zekiye ağlaya ağlaya Halit'e gelin geldi. Halit dama çıktı. Gelinin başına çerez, bozuk para saçtı. Çocuklar paraları kapıştılar."
"Cinlerin yerin yedi kat altındaki evlerinden, istedikleri zaman yeryüzüne çıktıklarını, insanlarla bir, onların gözüne görünmeden yatıp kalktıklarını, aynı kaşıktan yemek yeyip aynı kaptan su içtiklerini bildiğinden, sonunda cin olduğuna karar verdiği öğretmeninin de Akçalı'da olduğunu, kimsenin gözüne görünmeden okula gidip geldiğini düşünmeye başladı. Cinlerin insanın gözüne ancak, onların üstüne işendiğinde, ayaklarına kaynar su döküldüğünde, eşikleri besmelesiz atlayıp besmelesiz yatıp kalkıldığında, helada Allah'ın adını anıp dua okunduğunda göründüklerini duyduğundan, öğretmenini görmek için onu kızdırmanın tek yol olduğuna karar verdi."
"Ondan, donunda kırmızı bir leke görür görmez hemen koşup kendisine haber vermesini istedi. Kızına, bu işaretin haberini alır almaz kendisine sıkı bir tokat atacağını, bunun adet olduğunu söyledi. Uzun uzun annelerine gelip kırmızı işaretlerini haber vermeyen kızların kötü yola nasıl düştüklerini anlattı. Annelerin tokat atmasının şart olduğunu, bu tokatın kızları kötü yola düşmekten koruduğunu haber edip, "Sakın ağlama." dedi.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder