Nasr Hamid Ebu Zeyd, Mısır'ın bir köyünde dünyaya geliyor. Çocukluğuna dair anılarını anlatırken Mısırlı köylülerle Amerikalıların dünyadan haberdarlıklarını kıyaslıyor bir yandan. Hayatının diğer dönemlerini anlatırken de salt anılarını okumuyoruz. Olanlarla birlikte konu ile ilgili düşüncelerini, hislerini de aktarıyor. Bunların önemi Mısır tarihine dair bilgi edinmekle sınırlı değil. Nasr Hamid Ebu Zeyd, İmam Şafii ile ilgili eleştirel içerikli kitabından sonra tekfir ediliyor. Hem Kahire Üniversitesi'nde ve diğer eğitim kurumlarında hem de Mısır kadar diğer ülkelerde de tartışmalara sebep oluyor bu karar. Bununla da kalmıyor olanlar ve tekfir edildiği için evliliği geçersiz sayılıyor Ebu Zeyd'in. Mısırlı, köylü, inançlı, eğitimli bir adamın yaşayabileceği ne varsa görmek istiyorsanız, belki hem anı hem tarih kitabı okumak istiyorsanız buyrunuz efendim.
Kitabın kapağında anlatan Navid Kermani diyor. Daha fazla bilgi vermemiş; ama ben buradan Ebu Zeyd'in anlattıklarının ikinci bir isim tarafından yazıya geçirildiği fikrini edindim. Kitap, Arapçadan Almancaya ve sonra Türkçeye çevrilmiş.
“İlk flörtüm, Birleşik Devletler'deki ikametim sırasındaki acı deneyimlerimdendir. İsrail-Arap anlaşmazlığına kurban oldu bu ilişki. Sedat, tam Camp David'de İsrail ile barış anlaşmasını müzakere ederken bir kızla randevulaşmıştık. Hepimiz bu anlaşmaya karşıydık, çünkü Mısır'ın İsrail ile ayrı bir barış yapmasını istemiyorduk. Bu şahane güzel kız ile buluştuk ve ben, tüm zamanı politikadan söz ederek geçirdim. Darkafalı bir entelektüel gibi davrandım, İsrail'e sövüp durdum. Sonra kız bana bir Yahudi olduğunu söyledi. Bu onunla ilk ve son randevum oldu.
Birleşik Devletler'deki deneyimlerimden birisi de, birinin bana telefon edip:
“Akşam yemeği yedin mi?” diye sormasıyla başlayan süreçti.
“Hayır.” diye cevapladım.
“Hadi birlikte yemeğe gidelim.” diye teklif etti.
Ben bu telefonu bir davet olarak anladım. Yemekten sonra, ahbabımın yalnız kendi hissesini ödeyeceği anlaşıldı. Sonradan ona telefondaki konuşmasının benim kültürümde davet anlamına geldiğini anlattım, benden çok özür diledi.”
“Babam hastalandığında annem evde terzilik yapmaya başladı. Yaşamak için başka çaremiz yoktu. Ama babam çok tutucu olduğundan annemin çalışmasını kabullenmek çok zoruna gitti. Eve geldiğinde her şeyi temiz ve düzenli bulmak istiyordu. Annem ise bütün gün çalışmak zorundaydı, artık her şeyi temiz ve düzenli olamazdı. Bazen babam eve döndüğünde annemin müşterisi henüz gitmemiş oluyordu, sonra tartışıyorlardı. Görünüşe göre ilişki kurala uygundu: Erkek buyuruyor, kadın baş eğiyordu. Ama günün birinde babam, anneme büyük kız kardeşim ile evlenmek isteyen bir adam hakkında fikrini sorunca şaşırdım. Ev dahilinde karar yetkisinin annemde olduğunu farkına vardım. O güne kadar bildiğime göre erkek buyurur ve yasaklardı. Arasıra babama özendiğim olurdu. Kapıdan içeri girer baba rolüne bürünürdüm. Annem buna sadece gülüyordu. Bu rol dağılımının doğa verili olduğunu düşünüyordum ve şimdi babamın anneme bir şey sormasına, onu dinlemek ve gerçekten onun fikrini duymak istemesine hayret ediyordum. İlişkilerini gözlemeye başladığımdan beri ona Naime diye adıyla hitap ettiğini ilk kez duyuyordum. Başkalarının yanında anneme daima “çocuk, kız” diye seslenirdi. Ona ne ön adıyla ne de Ümmü Nasr ile seslenirdi. Ama şimdi kız kardeşimle ilgili olarak karar annemdeydi.”
“Benim fakültemde nazım, felsefe, tarih ve İslami bilimler öğretiyorduk. Birçok öğrenci, yeni olan her şeyi reddediyordu. Sadece İslami bilimlerde, Kuran ve hadis konularında böyle değildi bu. Şiir sanatı dersinde de aynıydı. Biz üniversitemizde sadece bir boyutta, helal ve haram olup olmadığı boyutunda düşünmeye programlanmış bir öğrenci tipiyle karşı karşıya idik. Derste bir aşk şiirini incelerken, on sekiz yaşında bir kız öğrenci kalkıp İslam'da aşk şiirinin yasak olduğunu söyleyebiliyordu. Ne yapmalıydım? Görevimi yaparak, şiirin içeriğini ve yapısını incelemek yerine birdenbire İslam'da nazmın caiz olduğunu, bizzat Hz. Muhammed'in bundan zevk aldığını söyleyerek meşrulaştırmak; nazma karşı ileri sürülen savları göreceleştirmek ve bir bağlama oturtmak; kendimi üniversite onuruna yakışmayan bir düzeye indirmek zorunda kalıyordum-helal ve haram düzeyine.”
“Allah'ın her şeye kadir olan adıyla, hissediyorum ki, tekrar dirildiğimizde o beni kendine çağıracak ve diyecek ki:
“Ey Nasr, Naime'nin oğlu,” -annemin adı buydu- “yükümlülüklerini yerine getirdin mi?”
“Allahım, çabaladım.” diye cevap vereceğim. “Her şeyi yaptığımı iddia edemem. Çabaladım.”
“Hatalı hiçbir şey yapmadın mı?”
“Tabii kusurlarım oldu. Kimin yok ki? Fakat Sen, Allah, bağışlayan ve esirgeyensin.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder