9 Mayıs 2010 Pazar

Hayattan Sahneler/Levayih-i Hayat

Mektuplarla yazılmış hikayeler, romanlar her zaman o mektuplar bana gelmiş yahut o mektupları ben yazmışım gibi okuduğumdan olsa gerek en sevdiklerim olmuştur. Oruç Aruoba'nın İle'si aklımda bu aralar. Sağ olsun parça parça, sayfa sayfa gönderen biri var da hasret gideriyorum.

Fatma Aliye, birkaç yıl önce Bilim Sanat Vakfı'nda kendisiyle ilgili aldığım bir dersten sonra bambaşka bakmaya başladığım bir isim. Evvelinde adına tıklayınca okuyacaklarınız kadar idi. Şimdisini de bir sonraki yazıda okuyacaksınız diyerek merak etmenizi sağlamak istiyorum ama bu konuda pek iyi değilimdir.

Üçü evli olmak üzere birbirleriyle akrabalık ilişkileri bulunan beş kadın arasındaki mektuplardan oluşuyor bu kitap. Tülay Gençtürk Demircioğlu önce diliçi çeviri sonrası  halini (sadeleştirilmiş) vermiş. İkinci olarak latinize edilmiş halini ve son olarak da karşılaştırma yapılabilmesi için Osmanlıca metni ekledikten sonra bence tercihi bize bırakmış. Ben son ikisinden yanayım. Sadeleştirilince pek yavan kalmış.

Mehabe ilk mektubu yazıyor Fehame'ye, kız kardeşine. Mehabe ne kadar mutluysa evinde Fehame o kadar acı çekiyor onu sevmeyen, sevmediği bir kocayla, zor bir aileyle. Parası olmadığı için ise gidemiyor bir yere. Mehabe ne derse desin onu anlamaktan ne kadar uzak.
Sabahat , Fehame'nin eşinin kız kardeşi. Şöyle diyelim daha güzel: görümcesi. O da pek sevdiği kocası tarafından aldatılıyor. Fehame'nin tavsiyesinin aksine sabredemiyor. Parası da var; gideğim, diyor.
Nebahat ile İtimad ise ailenin bu örnekleri görüp de evlenmekten korkan genç kızları. Pek haklılar.

Fatma Aliye bu mektupları yazıp karakterleri arasında dolaştırıyor. Okuyucuya "Bak hanım, bu kadın gibi ol, bunu yap, bu haklı kesinlikle" demiyor. İyi ki demiyor.

Mehabe ilk mektuba şöyle başlıyor:
"Kardeşim!
Senin sevdiğin çiçeklerden olarak elimle toplayıp tanzim ettiğim buket ile sayesinde nice hasbıhal-i masumanemizin cereyan ettiği ağacın kayısılarından bir sepet gönderiyorum.Bu sevgili ağaç bizim ne kadar da serair-i şebabımıza vakıftır değil mi?"

Ne güzel başlamış değil mi?

Hiç yorum yok: