28 Eylül 2010 Salı

İslam'da Feminizm-Halil Hamit

Kitap, Halil Hamit'in sorusu/isteği üzerine ona yazılan mektuplarla başlıyor. Emine Semiha, Mehmed Rauf, Raif Necdet, Köprülüzade Mehmed Fuad tarafından yazılan mektuplar. Hepsi 1910 yılı içinde yazılmış.
Kitabın geri kalanını Halil Hamit ikiye ayırmış. İlk kısmı Madam Hodroy Meno'nun La Fam'ının mühim kısımlarından ikinci kısmı ise Halil Hamit'in Tam Eşitlik kitabından meydana geliyor. Bir önceki cümleden de anlayabileceğiniz gibi kitapta isimler böyle, okudukları gibi. Bir de kitapta doğru yazılmış eke rastlamak zor. Alıntı yaparken kendimi kaptırıp oradaki gibi yazmış olabilirim.
Kitabın sonunda ise "Günümüz Türk Basınından Örnekler" diye bir bölüm var. Genelde 2000 yılında basında yer alan konu ile ilgili yazılar derlenmiş.
Kitabın adına pek aldanmamak gerekiyor. Mektuplarda ve kitabın ikinci kısmında İslam diye anlatılan dönemin ahvali olmuş. Gerçi İslam denilerek anlatılmamış. İslam'dan tesettür dışında hiç bahsedilmemiş.

Mehmed Fuad'ın mektubundan:

"Bence her nasıl olursa olsun, erkekle kadın arasında iddia ve eşitliğin  sağlanmasına kalkışmak abes ve beyhudedir. Çünkü iki cins arasında gerek vücut yapıları ve gerek psikolojik yapıları itibariyle o kadar derin bir uçurum ve farklılıklar mevcuttur ki, tabiatın ortaya koyduğu bu eşitsizliğe önem atfetmeyerek tam eşitlik fikrinde bulunan en aşırı feministler bile tabi bunu inkar edemezler. Şu halde fiziki görevlerin fiziki olduğu düşünülürse, erkekle kadın beyni arasındaki fizyolojik ve hatta  psikolojik farklardan, her iki cinsin, daha başlangıçta yaratılıştan itibaren ayrı ayrı görevlerin ifasına mecbur oldukları ve binaenaleyh aralarında kesin bir eşitsizlik mevcut olduğu mantıki sonucuna varılır. Bundan dolayı ilmi esaslara dayanarak ortaya koyduğum şu görüşlerden kadın aleyhtarı olduğuma insan toplulukları kadının sosyal önemini dikkate almadığıma hükm olunmasın. Ben, erkeklerle kadınların doğuştan eşit olmadıkları fikrinde bulunmakla beraber, kadınların ahlaken (moralement) erkeklerden daha yüce ve değerli olduğuna ifa ettikleri görevlerin çok büyük olduğuna, ve sosyal konumlarının ıslah edilmesi gerekliliğini de kesinlikle düşünmekteyim. Size şair olduğumdan dolayı kadınlar hakkında son bir mütalaa daha ifade edeyim: Kadın, doğumundan sonsuza kadar sürüklenmeye mahkum olan insanlığın tek teselli kaynağıdır.
Bundan hareketle diyebiliriz ki: Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer!..."

Mehmed Rauf'un mektubundan:

"Kadın-erkek eşitliği... Ne muhteşem ne muazzam bir kanun!.. Fakat aynı zamanda ne kadar uzak, ne uygulanması imkansız bir hayal...
Ademin yaratılışından zamanımıza kadar insanlık o hayale varabilmek için koşuyor. Fakat ortaya konan bunca esere, bunca gelişmeye rağmen ona ulaşılamıyor. Olması kabil midir? İnsanlar arasında her zaman az çok hükmünü devam ettirecek olan cehalet, tabiat ve insan psikolojisi nazar-ı itibara alınca bu soruya verilecek cevap koca bir üzüntü kaynağından ibaret kalır. Kadın ile erkek arasında tam eşitliğin uygulanabilmesi mümkün değildir!
... Memleketimizde ise şimdiden feminizmin uygulanmasını ümit etmek hayal kırıklıkları ve yıkımlarla dolu zehirli bir tasvirdir. Önümüzde, eserlerine gözcülüğünü yapmaktan kurtulamadığımız ileri milletler bile tam eştlik hakkında şimdilik ancak samimiyet ile iyi niyet gösterebilir ve ortaya çıkacak daha birçok eserin gelişmesi kadınlığın esareti ile geçecektir. Fakat bu esaret bir pederin çocuğuna uzattığı koruyucu el hükmünde olduğundan bakanlar takip ettikçe ilmin ışığında cinsiyet ve zayıflık gibi şartları sildikçe, bu gün okullarına hür gidebilen çocuklar gibi kadınlar da esaret belasından kurtulacak ve kabiliyeti derecesinde en tabii haklarına kavuşabileceklerdir."

Rauf Necdet'in mektubundan:
"Benim fikrimce erkeklerle kadınlar arasında tam bir eşitliğin tesisine her şeyden önce tabiat (la nature) engel olmaktadır. Tabiat her hususta eşitliği bozmaya meyillidir. Şu kadar var ki; tabiatta mevcut bu bozma meylini, insanlar biraz da zekalarıyla az da olsa değiştirebilmişlerdir.
İki cins arasında büyük mesafeyi sağlamlaştıran kuvvet kadınların bedensel yapıları, yani fizyolojileridir ki; bu her şeye hakimdir.
Sosyal hayattaki düzen ve intizam noktasında kadın ile erkeğin sosyal görevlerinin ayrı olması lazımdır.

Kadının fiziksel ve sosyal görevi insanlığa hediye edeceği çocukları insanlığın maddi ve manevi menfaatlerine uygun bir şekilde terbiye etmekle özetlenebilir. Bu yönüyle kadının sostal mevkii çok önemlidir. Sosyal hayatta işgal ettiği bu mevkiin önemine uygun bir şekilde kadını takdir ederek yüceltmeli, fiziki eşitsizliğin ortaya koyduğu bu durum çok tabii görünmesi lazım gelen eşitsizliği kadınlara hürmetle, sağlanacak refahla, verilecek önemle telafi etmeye çalışmalıdır. Bu, erkek için medenî ve insanî bir görevdir. Kadınları, kadınların sosyal ve vatani görevlerini hafife almak bir vahşet eseri ve gafletten başka bir şey değildir.
... Haşin, kendini düşünen bir kocanın istibdat pençesi altında inleyen faziletli bir kadın cidden merhamete muhtaç, böyle bir koca ise nefreti hak etmiştir."

Halil Hamit'ten:

"İlk sözüm "Yaşasın kadınlar!" olacaktır. Ümit ederim ki, ölürken yine aynı sözleri tekrar ederek gözlerimi kapayacak ve takdis ettiğim zavallı kadınlara muktedir olduğum kadar bir iyilikte bulunabildiğimden dolayı bahtiyar bir şekilde kendimi toprağın kucağına atacağım. Öyle zannediyorum ki, gözümü açtığım zaman kadınların iniltilerini işiterek ağlamış, ağlamıştım. Evet, ben pek küçük iken kadınlara karşı derin bir hürmet hissi ve merhamette hassas olmuştum. O zamandan beri onları yaşatmak için çalışıyor, daima onların gasp edilmiş hukununu kazanmaya çalışıyorum. Zaten annem bana söylerdi, sen küçük iken en çok kadınlara gülerdin derdi.

Oh kadınlar, onlar benim için pek mukaddestir. Tabiat beni cinsiyet olarak onlardan ayırmışsa da psikolojik olarak ayırmaz ve sonsuza kadar da ayırmayacaktır.

... Bütün erkekler kadının ne demek olduğunu bilmekle beraber onlara hakim olamamak zavallılığıyla kadınların yaşamalarını istemezler. İnlemeleriyle şifa bulurlar. O benciller anlamalıdır ki, kadın erkeklere özel bir oyuncak değildir. Erkek ne ise kadın da odur. Erkek hangi haklara sahip ise kadın da sahiptir. Erkek hakimse kadın da hakimdir. Fakat bugün değilse bile elbette yarın olacaktır. Kesinlikle olacaktır. Esaret hiçbir yerde baki kalmamıştır.

... Ya Rabbi, bilinmez ki, biçare, zayıf mahluklar bu kadar azaba nasıl tahammül ediyorlar?. Ben tahayyülünden titremekteyim. İşte anlayınız kadınlıktaki büyüklüğü ki; erkekten nazik, erkekten hassas olduğu halde ondan metanetli, ondan sabırlıdır.

Aylık Ayda Moderen'in birinci sayısında Yirminci Asırda Feminizm makalesinin yazarı diyor ki: "Bu fikrin partizanları az değildir. Özellikle erkekler içinde çok bulunur. Kaderin garip bir yönlendirmesiyle zengin olan kadınlar müstesna olmak şartıyla bütün kadınlar feministtirler."

Bazı ilkel kabileler arasında kadınlar genel idi. Erkekler onları müdafaa için birleşirlerdi. Bu birleşmeden Matriyarkat hasıl olurdu. Bununla çocuklar, gayet muktedir, annelerine bağlıydı ve soylarını onlardan alırlardı. Bu hayat tarzı Çin'de Fuşi hükümetine kadar, Hind'de Adaman adalarında, son zamanlarda Japurak Kazaklarıyla Suriye ve California'da oturan Hintler arasında görülmüştür. Bu hayat artık insanlar arasından kalkmıştır. İnsana yakın olan hayvanlarda gözlemleniyor.

Avrupa'da, Amerika'da kadınlar her şey olmak için kendilerinde yorulmak bilmez bir kuvvet bulurlar. Günün bir dakikasını boş geçirmek onlar için tahammül olunmaz bir azaptır. Bizim biçare kadınlarımızla o oldukça hür kadınlar arasında mühim bir mesafe vardır. O, başarıyla ilerleyen kadınlar, gerek sosyal hayatta gerek aile hayatlarında başarı sağlamışlardır. Halbuki bizim zavallı kadınlarımız cemiyet hayatında ölmüş, aile hayatında hastadır.

Uzun tartışmalara kapı açan tesettürün şimdiye kadar yanlış anlaşılması bizi bu hal-i pür melalden kurtaramamıştır. Evet, ne yapmaya teşebbüs edildiyse tesettür bir mania olmak üzere ortaya atıldı. Kadınlar, zamanla dehşetli değişime uğrayan tesettür için ezildiler. Peygamberimiz zamanında bile ticaret, ziraat ve benzeri bu gibi serbest hareketlerinde sıkılmayan kadınlar şimdi, eski kavimlere tanrı olacak kadar büyük gösteren güneşin hayat bahşeden ışığından bile mahrum oluyor. Onun kafesli pencereleri önünce senelerce kalıyor. Bu kadar senelerden beri yüzlerce binlerce kişinin karı-koca olmak üzere tanıdığı iki arkadaş niçin daima bir arada bulunamasın; niçin tesettür onları sokaklarda, bahçelerde, otellerde, tiyatrolarda beraber bulundurmaya mani olsun?

Hiçbir iyi şey fena şeyi yaptıramaz. Bu muhakkaktır. Dinimiz de mademki iyidir o halde esaretin aleyhinde bulunacağı, herkesin hürriyetini vereceği kesindir. Öyle ise tesettür mana-i aslisinden pek uzak kalmıştır. Çünkü şimdiki tesettürle kadınlar yaşadıklarını hissetmiyorlar. Şimdiki tesettür kadınlara "Öl!" diyor. Halbuki din insanların yaşaması için konulmuştur. Tesettür hiçbir zaman kadınların hürriyetine set çekemez. Tesettürü esaret olarak telakki etmek cehaletten başka bir şey değildir.

Genç kızlık, kadının en karışık bir zamanıdır. Evlilik hayatına gireceğinden esaretin pek yakın olduğunu anlayacaktır. Koca seçimi için bir hakkı yok. Anne ve babasının seçimine bağlı, bir yazarın söylediği gibi, evlenen o zavallı kızlar değil, zalim babalardır!

Zavallı kızlar! Hayattaki mutluluğu yalnız bir saatte bulan birçok insanlar(!) her an etrafınızda dolaşmaktadırlar. Onlar, o vahşice sizin gibi çaresiz masumların inlemeleriyle hayat bulurlar. Onlar hisssizdirler. Bilemezler ki hayat ve kadın nedir. Sorunuz. Kadın için "Bir oyuncaktır." diyecekler. Fakat hayır efendim. Kadın her zaman kadındır. İnsandır. İnsandan oyuncak olmaz. Gülünüz. Küçük çocuklar da oyuncak istiyorlarmış. Hiç tereddüt etmeden söylemelisiniz: "Oyuncağımız diyorsunuz, fakat ona sahip olmak için nokta kadar bir büyüklük gösterebiliyor musunuz? Söyleyiniz. Siz yaramaz çocuklarsınız. Elinizi uzatmaya hakkınız yok, çünkü onun da gururu vardır. Oyuncak, kıymetini bilenlere mahsustur."

Bizden başka her yerde genç kızlar pek geç evlenir. Amerika'da, İngiltere'de, İsviçre'de pek çok kızların yirmi ile otuz arasında evlilik yaptıklarını görürsünüz.

Bir akşam önce küçük bey geliyor, anasını yanına çağırıyor.
-Anne beni evlendir. Yarın aramaya çıkmalı ve bir güzel kız bulmalısın. Piyano, ud yahut keman, her ne olursa bir saz bilsin. Okuması yazması olsun. Fransızca, İngilizcesi mükemmel olmalı. İnce belli, uzun boylu, pembe yanaklı, mavi gözlü, sarı saçlı arayacaksın. Esmer olmamasına dikkat et. Burnu ve ağzı düz ve ufak olmazsa istemem. Mutlaka benim seveceğim gibi olmalıdır. Anladın mı? diyor.
Ertesi gün anne yanına birini alarak kız aramaya çıkıyor.

Kadınları hırçınlık, itaatsizlik, gevezelik ile suçlarlar. Bunları ortaya atacak kadar düşüncesiz olanlara ancak acınır. Kadınlar melektir. Temiz bir kalbe sahiptirler. Onları asabileştiren, her şeyi yapan yalnız kendi zevklerini düşünen erkeklerdir. 


Bir bilmece; "Kadınların en az konuştukları ay hangi aydır?" diye sorarlar. Şubatmış kısa olduğu için. Çok kızarım o bilmeceye, kadınları yermek için, kadınlarla alay etmek için uydurulmuş da ondan. Onu yapan adam kim bilir ne beğenmiştir kendini.

Kadınlar içinden bilgin yetişmiyormuş, şair yetişmiyormuş. Nasıl yetişsin, a efendim? Yüz yıllar boyunca okutmamışlar kadını, okuyan kadına şaşılacak bir şey diye bakmışlar. Okuduğu için, bilgiye sanata özendiği için kınamışlar onu, sonra da onun bilgin olmamasını, şair olmamasını yaratılışı gereği sanmışlar. İnsanlar doğru diye belledikleri şeylerin çoğunu kendileri uydururlar sonra da böbürlene böbürlene inanırlar onlara.

Erkekte şu özellikler bulunacak, bu üstünlükler bulunacak; ama kadında yüzde yüz güzellik olacak. Kadının bu toplumda ödevi güzel olmak, erkek denilen efendiyi hoşnut etmek. Bunun için gün olur kadınların süslenmelerine de kızarım. Bıraksınlar erkeğe yaranmayı. Onlara, sen ne isen ben de oyum. Senin aklın, senin bilgin, senin gücün, becerikliliğin seni bezemeye yetermiş, ben sende ancak o üstünlükleri arayacakmışım. Peki, sen de bende o üstünlükleri ara. Güzelleşmeyeceğim senin için, desinler. Sıyrılsınlar erkeğin buyruğundan. 
Bir sözü vardır Tevfik Fikret'in: "Kızlarını okutmayan millet, oğullarını manevi öksüzlüğe mahkum etmiş demektir." Kadınlarda akıl aramayan, incelik aramayan, yalnız güzellik arayan erkek, kendini onulmaz bir anlayışsızlığa, kabalığa mahkum etmiş demektir. 
Erkekseniz övünmeyin erkek olmanızla. Kadınsanız, canım efendim güzelsiniz elbette, daha da güzel olun, ama sizi yalnız güzelliğiniz için sevecek erkeğe yüz vermeyin!

Hiç yorum yok: