27 Nisan 2010 Salı

Cumhuriyet'in Dindar Kadınları

Fatma Karabıyık Barbarosoğlu Cumhuriyet sonrasında dindarlığa dair incelemelerde erkeklerin tavrının net bir şekilde çözümlenebildiğinden fakat kadınlara dair bir bahis açılmadığından bahsediyor. O halde 1960'larda ilk üniversiteli kuşağa ve sosyal hayatın içinde olmaya çalışan bu dindar kadınlara bir bakalım diyor. Öğretmen, mimar, doktor pek çok isimle görüşüp hayatlarının hikayesini öğrenip aktarıyor.

Birçoğunun ailesi kızlarının okula gitmesine karşı çıkıyor. Bazılarının anneleri kızlarını desteklese de elinden pek fazla şey gelmiyor. Bazılarının ise anneleri ses bile çıkaramıyor baba otoritesi karşısında. Güç bela okula giden, daha fazlasını yapmak için babayı ikna etmeye çalışan bu kızlar bir yandan anneleri gibi olmadıkları için eleştirilirken bir yandan da modern olmamaları sebebiyle ağır eleştirilere maruz kaldıkları için kendilerine başka bir dünya oluşturmaya çalışmışlar. Sayıları çok fazla olmadığı için birbirlerinden bir şekilde haberdar oldukları herkesi kapsayacak bir mektup ağı kurmuşlar mesela. İstanbul merkezli birkaç dernek ile bu işi kolaylaştırmışlar. 

Birçok ilginç hayat hikayesi var kitapta. En dikkat çekici olanlardan biri doktor Gülsen Ataseven'inki idi. Askeri tıbbiye öğrencisi iken namaz kılmaya başlayan, okulda mescid açılmasını isteyen, namaz kıldığını başka ne yapması gerektiği sorduğu insanlardan "Bu devirde namaz kılıyorsan evliyasın sen zaten" cevabını alan, sonrasında çok ilginç bir şekilde evlenen, çalışan bir kadın. Annesinin tepkisini aktarmak istiyorum sadece. 
"Annesi endişe içindedir. Abdest namaz derken kızı aşırıya doğru mu gitmektedir? "Senin dindar olmanla iftihar ediyorum ama derinine gidersen aklını oynatırsın."

Kitabı ilgi çekici bulmamın iki sebebi var. Vaktiyle eğitim tarihi dersleri alırken medreselerden "Dar'ul Funun"a sonra da Yüksek İslam Enstitülerine İlahiyat Fakültelerine geçişte birçok belgenin yok edildiği konusundan bahsettiğimizi hatırlıyorum. Var olanlar ise hep eksik kalıyordu, resim bir türlü tamamlanamıyordu. Din eğitimi konusunda o dönemde neler olduğunu mümkün olduğunca objektif anlatan isimlere de rastlamak mümkün olmadığından, (objektif olmayanı da yok aslında) bir de ailemde o vakitler yaşayan insanlar içinde dindar olduğu söylenen (dindarlık kriterleri hayli farklı şimdilerde söylenenlerden)  tek bir kişi olup onu da dünya gözüyle göremediğimden merak ediyordum. Bu kitapta en azından hikayeleri anlatılan kadınların ailelerinden hareketle merakımı biraz olsun giderebildim.

Kitaptan yapılmış alıntılar için buraya ve buraya bakabilirsiniz. 

26 Nisan 2010 Pazartesi

Gazoz Kapağı

Hep çocuk kitapları yazılsa da ben hep onları okusam. Dünya birden bambaşka bir yer oluyor elime alınca onları. Biri geliyor bir toz döküyor renkler değişiyor. Çığrından çıkmış bir mutluluk değil hayır, pembe de değil rengimiz sadece bir gözlük takıyorum belki, pastel görüyorum artık her şeyi.
Kapatıyorum kitabı biraz sürüyor etkisi. Bitiyor yine.

En sevdiklerimden birisi bilmiyorum belki de en sevdiğim Gazoz Kapağı. Bir gün biri bana bu kitaptaki gibi sözler söylerse, yazarsa  dünyanın en mutlu insanı olabilirim. O kadar seviyorum.

" Sözgelimi sesinin resmi çizilseydi, masmavi olurdun sen. Bunu sesini duyunca anlıyorum. Sanki akıp giden bir ırmağın içinden konuşuyorsun.
Eğer adımlarının resmi çizilseydi kahverengi olurdun. Çünkü sen en çok dağlara doğru yürümeyi seviyorsun.
Islığının resmi çizilseydi senin, kabuğundan sıyrılmaya çalışan bir salyangoz olurdun.
Bakışlarının resmi çizilseydi, düpedüz kendi gözlerinin rengi olurdun. Gözlerinin resmini çizmeye gerek yok. Çünkü onlar açık kahverengi zaten.
Kalbinin resmi çizilseydi diyorum, pencerenden gökyüzünü gösteriyorsun. Gökte rengarenk gökkuşağı olmayı seçmiş yedi rengi görüyorum.
Senin gözyaşlarının resmi çizilseydi, yeşil olurdun. Çünkü çimenleri gördüm dün, ıpıslaktı. Yine ağlamışsın sen."


"Gördüğün gibi başlayan bitiyor. Her nasılsa, gelen gidiyor. Elinde tuttuğun gazoz kapağını şu çimenli yokuştan aşağı bırakabilirsin artık. Nasıl olsa dönüp dolaşıp yine bir yerlerde karşılaşırız seninle.
Haydi bırak dedim, bana öyle bakma. Gazoz kapakları ne işine yarayacak sanki?

-Hüzünlü mü bari?
-Hem de nasıl..."

23 Nisan 2010 Cuma

Normal

Amy Bloom  ben normal değilsem, bu insanlar normal değilse nedir normal diye bir merakla insanların normal dışı olarak gördüğü transeksüel, heteroseksüel, hermafrodit ve "crossdressers" (Türkçe tek kelime ne diyebilirim bilemedim) ile görüşmüş.

Kadın iken erkek olan transeksüeller daha az medya malzemesi olduğu için haklarında daha az bilgiye sahibiz diye onlarla görüşmüş. İyi de yapmış. Bu kararı nasıl alıyorlar, süreç nasıl işliyor, onları ameliyattan sonra nasıl bir yaşam bekliyor gibi kafamızı kurcalayan sorular biraz biraz cevap buluyor.

Crossdresser bölümünde kadın elbisesi giyen heteroseksüel erkeklerle görüşmüş. Onların kadın elbisesi giyen homoseksüel erkeklerden daha çok tepki çektiği ve zorlandığını öğrenmek şaşırttı beni. Çünkü kadın elbisesi giyen homoseksüel erkekler de kadın elbisesi giyen heteroseksüel erkeklere tepki gösteriyorlarmış. Kardeşim heteroseksüelsin madem ne diye kadın elbisesi giyiyorsun diyorlarmış. Onlar ise heteroseksüel olsalar da, maskülen bir görüntüleri olsa da kıyafet konusunda kendilerini ne kadar feminen hissettiklerini anlatıyorlar. ilginç bir bilgi de erken yaşta annesini kaybeden erkeklerin buna meyilli olduğunu öğrenmek oldu.

Hermafroditlerle ilgili bölümde duygusal anlar yaşadım. Doğum sonrası ellerine verilen bebeğin durumunu açıklayamayan bir doktor var. Bilmiyoruz cinsiyetini, diyor. Gelişmemiş penis, fazla gelişmiş klitoris her şey olabilir diyor. Aile büyükleri bebeğin cinsiyeti ne diye soruyor. Sonra o çocuk büyüyor...

Bu kadını pek sevmesem de kitabı neler yaşadıklarını merak ettiğim insanlara dair biraz olsun fikir edinmemi sağladı.
According to his mood, mythology was either a collection of old wives' tales, or els the supernatural provoked a stance

The History of Quranic Text from Revelation to Compilation

Kitabın adı A Comperative Study with the Old and New Testament diye devam ediyor, M. M. Al-Azami yazmış. Azami Hint asıllı, Suudi vatandaşı da olan, Ezher'de ve Cambridge University'de eğitim görmüş bir hadis uzmanı. Hadis kelimesinden sonra ne koyacağımı bilemedim açıkçası. Alim desem olmaz, uzman da çok yersiz yurtsuz duruyor orada ama idare edelim. Şu anda hala King Sa'ud Universitesinde imiş. Buradan zaten kitapta ne ile karşılaşacağımızı az çok tahmin edebiliriz de Cambridge kısmı biraz olsun değişikliğe sebep olmuş mu acaba dedim merakla.

Kitabın girişten sonraki bölümü İslam'ın başlangıç ve yayılma safhasını anlatıyor. Bu bölümde dikkat çeken bir başlık "Military Advanes in Syria". Başlığı görünce okuma sırasını değiştirdim tabi. Ciddi ciddi bunu anlatıp sonuç bölümünde neyse ki bu fetihlerin amacı Kuran ve sünneti götürmekti oralara diyerek konu ile bağlantısını kurmuş.

.Üçüncü bölüm vahye ayrılmışken dördüncü bölümde Kuran eğitimi, beşinci bölümde ise vahyin kayıt altına alınışı ve Kuran'ın düzenlenmesi anlatılmış. Daha sonra sırasıyla Kuran'ın yazılma aşaması, "Osman mushafı", Kuran'ın okunmasını kolaylaştırıcı etkenler olarak harakeler, ayet ve sure ayırıcıları gibi Kuran'a dair bilgilerden sonra önce Eski Ahit sonra da Yeni Ahit tarihsel olarak ele alınmış.

Son bölümde ise oryantalistlerin  Kuran'a dair düşünceleri ve bu çalışmaları yapmak konusundaki motivasyonlarını anlatmış Azami. İyi yapmış, güzel yapmış da son dört bölüm boyunca karşılaştırmalı gidip "reddiye" yazıyor havasında olması çok iyi olmamış. Muhtemelen kitabın yazılma amacı da bu zaten ama beni rahatsız eden bir ton var orada.

Yalnız kitabın kapağı da sayfaları da o kadar yumuşak ve parlak ki en çok dokunarak severek okuduğum kitap bu oldu sanırım.

16 Nisan 2010 Cuma

Jews, Turks, Ottomans

Avigdor Levi, kitabın editörü, benim geçen dönem hocamdı. Okulda son dönemi olduğu için dersini almaya çaışıyordu herkes. Gayet rahat bir adamdı. Bir yandan şöhretinin tadını çıkarsa da öğrencileri çok boğmuyor olması güzeldi. Kitapta da iyi iş çıkarmış bence. Giriş bölümünde çok meşhur bir Judeo-Spanish halk şarkısının sözlerini veriyor ki Genç Türkler zamanında pek popüler olmuş:
 Jews, Turks and Christians
All Ottomans
Hand in hand
We swear to be brothers

Kitaptaki ilk yazı Halil İnalcık'tan geliyor: Foundations of Ottoman Jewish Cooperation
Halil İnalcık bu birliktelik için iki önemli sebep gösteriyor. İspanyalı Yahudilerin de oradaki Müslümanlar gibi yardım talep etmesi ve II. Mehmet'in fetih sonrası politikası. İstanbul'un ekonomik durumunu düzeltmek ve azalan nüfusu artırmak toplamış Yahudi aileleri getirmişler. Bursa ve birkaç Anadolu şehrinde daha durumları çok iyi olduğu için gelmek istememiş oradaki Yahudi aileler. İstanbul içinde de Çifut Kapı'dan (Yahudi demekmiş Çifut) ticaret için önemli olan Zindan Kapı'ya gönderilen aileler olmuş.
Yahudiler arasında en popüler meslek tacirlik iken -Türkçesini bir türlü hatırlayamadığım için tax farming diyeceğim kusura bakmayın- tax farming için Yahudiler, Ermeniler ve Yunanların tatlı bir rekabet içinde oldukları da vurgulanıyor.
Daniel Goffman İnalcık'ın bıraktığı yerden alıp Yahudilerin ekonomi için ne kadar önemli olduğunu anlatmaya devam ediyor. Ekonomi zayıfladıkça Avrupalı tacirler Yahudileri atlayıp Yunan ve Ermenilerle iş yapmaya başladı.

Jacob Barnai ise İzmir örneğinden yola çıkarak toplumun yapısından bahsediyor. Tanzimat ve Sabatay Sevi etkisinden de özel olarak bahsediyor.

Rhoads Murphy Yahudiler için en önemli meslekten bahsediyor. 1450-1800 yılları arasında Osmanlı padişahlarının ve elit tabakanın doktorları çoğunluklaYahudiler oluyor. Bu Selçuklulara kadar dayanan bir gelenek olsa da Jacopo di Gaeta (Yakup Hekim) ile hız kazanıyor. II. Mehmet'in Yakup Hekim'e hekimbaşı ünvanını vermesinden sonra padişahın olur da benim olamaz mı diyen herkes bir Yahudi doktor ediniyor. Bu doktorlar kendilerini öğrenci olarak yine Yahudileri en çok da oğullarını aldıkları için uzun süre bu yeri koruyorlar.

Son yazıya kadar Yahudi topluluğu bu topraklarda neler yaşamış, neler yapmış göz attıktan sonra Nedim Gürsel Mario Levi'den bahsediyor kapanış yazısı olarak. 1957'de İstanbul'da doğan Levi romanlarında azınlık olmanın, Türkiye'de Yahudi olmanın nasıl bir his olduğunu anlatmış. Ben okumadım bilmiyorum.

4 Nisan 2010 Pazar

Border Lines

Daha önce kısmen okuduğum kitapları bu aralar tekrar elden geçirmek ve tamamlamak durumunda kalıyorum. Mecbur olmasam bu kitabı tekrar elime almazdım sanırım.

French Jews, Turkish Jews

Hayalimdeki okulda tarih bölümünde hoca olan Aron Rodrigue yazmış. French Jews kısmı benim için başımı çatlatacak kadar çok malumat gerektirdiği için bir süre sonra bahsettiği her şeye bakmayı bıraktım. Bu tabi benim Avrupa tarihine dair çok bilgimin olmayışından muhtemelen. Turkish Jews kısmı ise binlerce kez okuduğumuz Osmanlı tarihinin Yahudiler üzerindeki etkisini görmek açısından gösterdi güzelliğini en çok.

Kitapta üzerinde en çok durulan konu Yahudilerin sosyal hayatın içinde nasıl var oldukları ve kendilerine, topluma neler kattıkları. Ekonomi açısından baktığımızda en çok yaptıkları meslekler kitaba göre ticaret ve sarraflık. Bunlara dair verdiği detaylar hep bildiğimiz şeylerdi zaten de eğitim en çok üzerinde durduğu konu idi yazarın ve beni şaşırtan birçok detayla karşılaştım. Aynı döneme dair yazılmış kimin olduğunu hatırlayamadığım bir kitapta sürekli tekrar edilen Yahudiler çok moderndi, Müslümanlar geri kalmışlardı, Yahudiler onları bu karanlıktan kurtarabilirdi fakat onlar istemedi gibi cümlelerden sonra Yahudi okullarına kız çocuklarının gönderilmediğini onların sadece İbranice dualar ve belki en fazla okuma yazma öğrendiğini (Ladino) okumak ilginçti. Erkek çocuklar için ise eğitim üç yaşından itibaren başlıyor.

Bir de benim cık cık cık sesleri eşliğinde okuduğum bir kısım vardı ki hemen anlatayım. Misyoner Protestanlar Yahudileri Hristiyan yapmak için 19. yüzyılın ilk yarısında özellikle birçok okul açmışlar. İzmir'le başlamış İstanbul'da onlarca okul ile devam etmişler. Okulların isimleri verilmemiş yalnız birçok başka kaynağa yönlendiriyor yazar dipnotlarda, merak içinde bırakıyor.

Yahudi okulları arasındaki bağlantı, öğretmenlerin nasıl eğitildikleri ve İstanbul merkezli Siyonist hareketler için kitabı bulun okuyun. Bu zor gelirse bana sorun anlatayım. Şimdi yoruldum.