27 Nisan 2011 Çarşamba

Zaragoza'da Bulunmuş El Yazması- Jan Potocki

Tavsiye üzerine okuduğum kitaplar hep böyle olsa keşke. Hikâye içinde hikâyelerle, neyin gerçek olduğunu karakterlerin de bilmemesiyle eğlencesine eğlence katılıyor kitabın. Kahramanımız Alphonse, bunu biliyoruz. Bundan sonrası biraz karışık ama. Alphonse'un hikâyesini anlattığı insanlar da bize başkalarının hikâyelerini anlatıyor, bazen de kitaplardan okuduklarını aktarıyorlar. Kitap o kadar keyifli ve sürekleyici gidiyor ki sonuna kadar eksik kalan yerleri, aksaklıkları umursamıyorsunuz. Sonuna gelince Murakami için söylediklerim geçerli olacak burada da. Gerçi Jan Potocki'nin hayatı boyunca tam olarak basılmamış bu kitap. Belki adam tamamlayacaktı da ömrü vefâ etmedi. Günahını almayalım şimdi.

Bir de Wikipedia'da gördüğüme göre eşini eğlendirmek için yazmış bu kitabı. Bazı kadınlar çok şanslı.

"Ama okumak için göz gibi somut bir organın varlığının yeterli olduğunu düşünenlerin bu tahminine ancak güleriz biz. Bu gerçekten de bazı günümüz dilleri için yeterli olabilir, ancak İbranicede her harf bir rakam, her sözcük bilge bir bileşim, her cümle, eğer tüm soluklar uygun vurgularla söylenirse, tepeleri aşındırabilecek ve nehirleri kurutabilecek korkunç bir formüldür. Adunai'nin dünyayı söz ile yarattığını, sonra da sözün kendisi olduğunu hepiniz bilirsiniz. Söz havaya ve ruha dokunur, duyular ve ruh üzerinde etkilidir."

"-Soylu süvari, bunun içinde her türlü etten yapılmış bir Olla-podrida bulacaksınız, içinde olmayan yalnızca tek bir tür et vardır. Çünkü bizler inananlardanız yani Müslümanız demek istiyorum.
-Güzel yabancı, diye karşılık verdim, sanırım doğru söylediniz. Kuşkusuz inananlardansınız. O, aşk dinidir. Ama açlığımı gidermeden önce merakımı giderme zahmetine katlanın ve söyleyin, siz kimsiniz?"

"-Soylu süvari, sanırım haklısınız. Eğer bu itirafınızı bana daha kılıcımı çekmeden yapmış olsaydınız, sanırım vuruşmamıza gerek kalmayacaktı. Ancak olayların varmış olduğu bu noktada, siz de kabul edersiniz ki biraz kan gerekiyor.
Bu son söylediklerini haklı bulmuş olmalı ki albay da kılıcını çekti."

"Trivulce kendini beğenmiş, zenginliğin şımarttığı ama yine de duyarlı biriymiş. Pişmanlıklar kurbanlarının öcünü almış ve Trivulce bir şehirden diğerine acınacak bir yaşantı sürdürerek sürüklenip durmuş."

"-Oğlum Alphonse, Trivulce'nin yerinde olsanız korkar mıydınız? diye sordu.
Ona:
-Sevgili babacığım, bana öyle geliyor ki çok korkardım, diye yanıt verdim.
O zaman babam öfkeyle ayağa kalkıp, kılıcına atıldı ve onu bedenime saplamak istedi. Önüne geçtiler ve biraz sakinleştirdiler. Yine de, yeniden yerine oturduğunda bana korkunç bir bakış fırlatarak şöyle dedi:
-Bana layık olmayan oğul, korkaklığın, seni aralarında görmek istediğim Valon muhafızları alayının şerefine neredeyse gölge düşürüyor."

"Annem hapisten çıktığında, komşular ve tüm mahalle tarafından çok iyi karşılandı çünkü İtalya'nın güneyinde ve haydutlar, İspanya'da kaçakçıların oldukları gibi halkın kahramanlarıdır."

"-Onların üçünü de seviyormuş gibiydiniz, dedi Orlandine.
-Bu, hiçbirini sevmediğim anlamına gelir, dedi Thibaud."

"Ancak, bir kadının üstesinden gelemeyeceği bir inat var mıdır?"

Hiç yorum yok: