11 Kasım 2010 Perşembe

Uzun Hikâye-Mustafa Kutlu

Uzun Hikâye, Mustafa Kutlu'nun ilk uzun hikâyesi imiş. Kendi hayatından imiş bir kısmı. Benim için ise belki en sevdiğim kitabı. Bu konuda emin değilim henüz. Yalnız, emin olduğum bir şey var. Mustafa Kutlu’nun fazla uzamayan cümlelerini, noktalama işaretlerine boğulmamayı, gerçekçiliği dünyayı kötü göstermek sanmayışını seviyorum. Hüzünlendiriyor; ama içimi sıkmıyor. Kötüden, acıdan bahsederken arabeske kaçmıyor. O kadar gerçek olduğu için de o sevdiği kıza kavuşamayınca, babası hapse atılınca ben iç çekiyorum.


“-Eşit bölüşüm de ne demek. Yoksa sen sosyalist misin, diye sormuş.
Bak, bak, bak. Hani babam Bulgar muhaciri ya, onu çıtlatmak istiyor, bu bir. İkincisi o yıllarda birine “sosyalist” demek, anasına sövmek gibi bir şey. Hele bir de şikayetçi olsa, adamı anında uçururlar.
Babam hiç istifini bozmadan, sosyalizmi falan da hiç bilmez iken, onca adamın arasında “Evet” demiş, “Sosyalistim, var mı bir diyeceğin”…”

“Evet şefin beyaz bir atı vardı ve bir de güvercinler. Bozkır’ın ortasında bir yalnız adam, ata ve güvercinlere sığınmış işte.”

“Annemle babamın birbirlerine duyduğu aşk, gün geçtikçe azalacağına artmış, o bütün yolculukları sürgünleri, yoksulluğu, çaresizliği birlikte göğüslemişlerdi. Kış gelir, sac sobanın üzerindeki mavi çinko demlik cızırdamaya başlar, babam hiç yanından ayırmadığı daktilosunun başında kim bilir neler yazar, annem söküklerimizi diker, vagon evin penceresinden dışarıda savrulan kar tanelerine büyülü ışıklar düşerdi. Bu masal hiç bitmeyecek, ben çocuk şehzade hiç büyümeyecek sanırdım.”

“Babam beni aldı, birlikte vagon evimize geldik. Bohçayı açtık. İçinden annemin soluk pembe mantosu, başörtüsü, yıpranmış kunduraları, aynası ve tarağı, yüzüğü ve küpeleri çıktı. Babam bir süre bunlara baktı. Parmaklarının ucuyla dokundu. Sonra kapadı bohçayı. Uzanıp elimden mızıkayı aldı.”

“Oysa şöhreti “Üçgen”e çıkmış olsa bile, yüzü gözü makine yağına bulanmış, bir fukara kaportacı çırağına hangi kız dönüp bakardı ki…”

“-Beni düşünme. Benim ömrüm böyle geçti. Nereye gideceksin?
-Bilmiyorum.
-İyi. Bilmemek en iyisi.”

“Bu defa önceden hazırladığım kitabı verdim. İçine küçük bir kağıt koymuş, “Hep seni düşünüyorum” diye yazmıştım. Kitabı geri getirdiğinde baktım benim verdiğim kağıda, o cümlenin altına “Ben de seni” diye yazmış.”

“Feride’ye aşık olmuştum bu doğru. Kız da beni seviyordu, bu da doğru. Lakin iki gönül bir olunca samanlık seyran olmuyordu ki.
Ve bu ücra kasabalarda sevenlerin kavuşması için hala delikanlıların yaz günü karlı dağdan kar getirmesi isteniyordu.
Benden böyle bir masal kahramanı olmak bile esirgendi.”



1 yorum:

seyyah dedi ki...

yazarın 10 kadar kitabını okudum.
"Gerçekçiliği dünyayı kötü göstermek sanmayışını seviyorum"

yorumunuzu çok beğendim. Ben de aynı fikirdeyim.