Kitapların biri gidiyor, biri geliyor aslında. Bakmayın burada onlardan çok bahsetmeyişime.
Jan Potocki'nin diğer kitabını sevgilimden alarak ve onun tavsiyesi üzerine okumuştum. O zamandan beri bunu da okumam gerektiğini hatırlatıyordu. Okudum. Batılı yazarın doğu üzerine yazması her zaman biraz temkinli davranmama sebep olur. Gerçi tersi konusunda da aynı tavrı sergilerim ve bu kendimi biraz daha iyi hissetmeme sebep olur. Belki de iyi hissetmek için böyle yapıyorumdur, emin değilim.
Jan Potocki'nin kullandığı dilin yalınlığı, hikâyelerin her cümlede beş mesaj vaat ederek bir de bunları gizlemeye çalışmaması benim ilgimi çekmesine sebep oldu. Hikâyelerin ana kahramanı diye bahsedebileceğimiz Hacı Bektaş'a dair ise abartılı bir övgü ya da yergiye rastlamayışım kitabı rahatlıkla okumamı sağladı. Siz de gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz bence.
Bilgin Ebu Hanife, Bahr-el Nur ya da Işıklar Okyanusu başlıklı yapıtının yetmişinci cildini yayımlamak üzere Bağdat'a doğru yola çıkmıştı, bu arada hala yapıtında bazı yanlışlar olduğunu üzülerek görüyordu.
Aynı kervanda yolculuk yapan derviş Bektaş ise kendini devenin salınımına bırakmış şarkılar söylüyor, yolculuğunu bundan böyle sürdürmemesini sağlayacak eliaçık Müslümanlara rastlayıp rastlamayacağını aklının ucuna bile getirmiyordu. Kervansaraya vardıklarında Bektaş yatıp uyudu, oysa, o gün edindiği izlenimlerin uçup gitmesini istemeyen Ebu Hanife, gecenin bir bölümünü bunları kaleme almakla geçirdi.
Güneşin ilk ışıklarıyla uyanan Bektaş, şarkısını akşam bıraktığı yerden sürdürmeye başladı. Ebu Hanife de uyandı, müthiş bir baş ağrısından yakındı ve ardında bir ad bırakma çabasının ona büyük eziyetlere mâl olduğunu söyledi.
"Dostum" dedi bunun üzerine Bektaş; "buradan gelip geçmiş tüm yolcuların kervansarayın duvarlarına kazıdığı şu adlara bir bak. Zaman bu adların hepsini neredeyse silmiş, başka yolcular da artık okunmaz hâle gelmiş adların üzerine kendi adlarını kazımışlar. Bazıları yerlerini uzun süre onurla korumuş, ne var ki, kötü şaka yapmaktan hoşlanan kişiler, bu adların sövgü dolu sıfatlar eklemişler. Gel gör ki, adını bir yerlere kazıma geleneği sürüp gitmekte; hatta ben bile bir defasında çok rahat uyku çektiğim bir meydanın bir yerine Bektaş adını kazıdım, ama ey bilginler bilgini Ebu Hanife, burada yalnız bir gece kalacak olan kendini bilmez bir yolcunun, bu tek geceyi adını mermere ya da granite kazımakla geçirmeye kalkmasına ne buyurursun?
"Saygıdeğer efendim" diye cevapladı Bektaş, "gittiğiniz her yerde, iyilikten çok kötülükle karşılaşacaksınız, ama nerede olursa olsun, kötülüğün içine biraz da olsa iyiliğin karıştığını göreceksiniz, bu kadarı da, bana göre, bilge kişinin yaşamın kötülükleri karşısında avunmasına yetmeli."
"Size Bahreyn'in başkentine kadar eşlik etmeye karar verdim. O eyalet, Kamatların boynuna geçirmek istediği utanç verici boyunduruğu silkeledi; böyle bir başkaldırının o insanlarda uyandırmış olması gereken sevinci paylaşmaktan bizim de çok büyük zevk alacağımızı düşünüyorum. "
"Efendim" diye cevap verdi Bektaş; "ben hiç de sizin gibi düşünmüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder